1 Ekim 2013 Salı

Anı yaşamak 6 – Keyif almak

“Anı yaşamak zihinde değil, kalpte olur” – Robin Sharma
Bir süredir anı yaşamaktan bahsediyorum ve bunu bir seri halinde adım adım inceleme nedenim kişinin hayat kalitesini doğrudan etkileyen ve herkesin sahip olabileceği bir beceri olması.
Anı yaşamak için bu ana dek ortaya koyduğumuz adımlar şunlardı...
1.       Yavaşla ve hayatının akışını kontrol et
2.       Hayat akışını bölümlere ayır ve her dilime tam odaklan
3.       Akıl berraklığını sağla ve koru; böylece aklın özgürlüğünü sağlar ve sezgilerinin önündeki engelleri kaldırarak sana daha kolay akmalarını sağlarsın
Bir sonraki aşama ise bana göre yaptığın işten keyif almak. Aksi takdirde yapılan iş, içinde bulunan an zulüm olur. Eğer insan sevdiği bir işi yapıyorsa zaten keyif almak kolay. Mesela bir resim çizmek hobin ise zaten fırçanı eline aldığın an yukarıdaki 3 basamağı da aşmış gitmişsindir. Öyle zamanlarda Einstein’in “Görecelilik Kuramı” gereği zamanın ne denli izafi olduğunu saate bakıp da anlarsın. Birkaç saat sanki birkaç dakika gibi akıp gider.
Mesele sevdiğin işleri yaparken değil, tercih etmediğin ve ya sevmediğin işleri de yaparken anı yaşayabilmek. Zor olan Mevlana’nın dediği gibi önemli olan “kimse yanında değilken, kimsenin bilmesine imkan olmadığı durumda bile harama el sürmemek”tir. Zor olan her işte bir gelişim fırsatı vardır.
Sevmediğin bir işi yaparken nasıl keyif alabilirsin ki diye bir soru gelebilir akla. Ancak hiçbirimiz bizi saran koşulların %100 kontrolüne sahip değiliz. Ve kim her an sevdiği işi yaptığını söylerse yalan söyler. Rockefeller gibi zengin ve her imkana sahip bir insan bile sevmediği birçok iş yapar. Bunu neden yapar? Çünkü doğru olan odur ve o işin yapılması gerekir. Ya da mevcut şartlar ve konjonktür o an o işin yapılması için size hiçbir alternatif bırakmaz. Ya da bazı insanlar çıkar için o işi yaparlar. Kadim Hint Felsefesi’nde Karma Yoga’da bahsedildiği gibi çıkar için iş yapanlar, ağacın meyveleri için ağacı büyütürler. Önemli olan sonucu için değil, doğru olduğu için bir işi yapmaktır. Önemli olan sonuçlardan etkilenmemektir. Olumlu sonuçlar sürecin yan ürünüdür.
Bir şeyin yapılması o an için doğru ise ama bu iş sevmediğiniz bir iş ise yine doğru olanı yapmanın erdeminden ve hazzından dolayı bu işi yapmak göreceli kolaydır. Ama ya mevcut şartlar size bir şeyler dayatıyorsa...işte bu gerçek sınavdır. Böyle bir durumda önemli olan elimizden geleni yapmak ve gerisini Allah’ın takdirine bırakmaktır. Çin Felsefesi’nde denildiği gibi Tao ile uyumlanmaktır. Uyumlanmak ise ancak kabul ile olabilir. İnsan kabul etmediği bir şey ile uyumlanamaz. Burada bahsettiğim kabul elimizden gelenin en iyisini yaptığımız ve o şartlar altında o an için daha iyisini yapamayacağımızın kabulüdür. Olanın o an için olması gereken en iyisi olduğunun kabulüdür. Her şey olması gerektiği gibi olur ve her zaman insan için en iyisi olur...o an için kişi bunu anlamasa da. Zira insan eksiklikleriyle sınanır.
Bu kabul öyle bir kabuldür ki eski dergahların tekamül okulları olduğu zamandan bir örnek vermek istiyorum. Bir adam mutlu ve huzurlu bilgelerin yaşadığı bir dergahı duyunca bu bilgeliği öğrenmek için kalkıp o dergaha gitmiş. Dergaha kabul edilmek için dergahın bulunduğu tepenin aşağısındaki ormandan odun kesip getirmesi söylenmiş. Adam gitmiş kesmiş tepeye dergaha doğru tırmanmaya başlamış. Söylene söylene gelmiş. Kan ter içinde kalmış. Üstat ona tekrar gitmesini ve odun getirmesini söylemiş. Adam yine gitmiş, sırtında odunlarla gelmiş ve yüzünden kızgınlığı okunuyormuş. Tekrar gitmesi söylenmiş.Sinirleri tepesine çıksa ve yüzüne bu vursa da tekrar ormana geri dönmüş. Günler günleri aylar ayları kovalamış. Adam ne zaman kabul edilmiş biliyor musunuz? Adam bir gün gelmiş ki ormandan sırtında odun yüklü tırmanırken ona bir çocuk çarpmış ama adam ona gülümseyerek sorun yok demiş ve tepeye vardığında sanki hiç yükü (??) yokmuş gibi mutlu ve huzurluymuş, iste o zaman. İşte budur anı yaşamak için ulaşmamız gereken keyif hali. Her şeyden mutlu olunan bir hal. Sakın bu hali Polyanna’nınkiyle karıştırmayın.
Anı yaşamak ulvi bir hal değil ve insan keyif aldığı sürece buna devam edebilir. Bu bir görev de değildir, bir var olma halidir. O an, o mekanda tüm açık kalbiniz ve zihninizle bulunur, tam bir odaklanma ile akan her saniyenin farkında olur, her şeyi bir tanık zihniyeti ile gözlemler ve keyif alırsınız. Anı yaşamak zihinde değil kalpte olur.
Yaşamınızda her an sağlık, mutluluk, huzur dolu yaşayın, sevgi ve barış içinde kalın, ahenkli ve dengeli olun.
Sevgiler,
Kenan
Copyright © 2013  Yayın hakları Kenan Kolday'a aittir, izin alınmadan kullanılamaz.

23 Eylül 2013 Pazartesi

Anı yaşamak 5 - Zihin Açıklığı

“Veren el, alan eldir” - Anonim
Bir süredir anı yaşamaktan bahsediyoruz. Anı yaşamak için önce yavaşladık ve akışı kontrol altına aldık. Sonra akışı yaşayabilmek için akışı oluşturan her bir anlar serisine kompartmanlar dedik ve her kompartmanı hakkını vererek yaşamaya çalıştık. Ve kompartmanlar halinde akışta olabilmenin yollarını inceledik. Ancak bana göre sadece bunlar yeterli değil ve sonraki adım zihin berraklığı.
Anadolu kültürümüz bir harikadır ve inanılmaz bilgece söylenmiş ve günlük yaşamda kullanmamıza rağmen bilgeliği ve derinliğinin farkına var(a)madığımız muhteşem deyişlerle bezelidir. Bunlardan birisi de her sabah okula giden çocuğa söylenen “Allah zihin açıklığı versin” sözüdür.
Birçok insan zihin açıklığından kişinin söyleneni kolay algıladığı, öğretileni hemen kaptığı, söyleneni aklı ve gönlü ile dinlediği bir zihinsel hali anlar. Bu doğru ancak genellikle bu sözün derinliğini anlamadan sadece yüzeydeki mesaj ile yetiniliyor. Bir alt detaya inmek için şunu sormak lazım...zihin açıklığını ne sağlar?
Zihin açıklığını ben aklın berraklığı diye tanımlıyorum. Berrak, temiz, saf ve katıksız. Bir alt detaya daha inebilmek için ise şunu soruyorum...aklın berraklığı nasıl sağlanır? Korku, acı, endişe ve kaygı, ulaşılmak istenen berraklığın ve açıklığın önündeki engeldir. Maymun zihin zaten doğası gereği her an fikirden fikre atlar durur ve egodan dolayı genelde olumsuzluklara takılmaya meyillidir. Korkusu olmayan bir insan cesaret penceresinden bakar ve negatifi aklına sokmaz. Sadece fırsat görür. Endişe önlem almak için doğaldır ama panikleyen ve acabalarla yaşayan bir insan nasıl berrak bir zihne sahip olabilir ki? Korku, endişe, acı her zaman bu zıtlıklar dünyasında var olacaktır; önemli olan bunları dönüştürmek ve dış unsurların zihnimizi etkilememesi için çalışmaktır. En önemli işimiz “etkilenmeme sanatını” nefes alır verir gibi kullanmaktır. Bu şekilde hiçbir olumsuz fikrin aklımızda kirli ayaklarıyla yürümesine izin vermeyiz ve zihin berraklığı ve açıklığına sahip oluruz.
Zihin açıklığı neden mi önemli? Temiz ve açık bir zihin, hayatın gitgeli içinde zıtlıklar arasında top gibi giden gelen düşüncelerden yorulmamış ve boğulmamıştır. Bu haliyle de sezgileriyle tüm evrenin ve hayatın bilgisinin kendisine akmasına izin veren boş bir kap gibidir. Almak için önce kabımızı boşaltmalıyız ve boş olan kabı her zaman evren doldurur ve istediğimiz güzelliklerle doldurur. İşte bu yüzden kadim bir sözün dediği gibi “düşüncelerimizden bile sorumluyuz”. Bu yüzden sezgilerimiz bizi evrensel bilgelik ve kozmik bilinçle birleştiren en önemli unsurdur. Zihin berraklığına sahip bir insan bir nevi İlahi bilgeliğe her an wi-fi ile bağlı bir insan gibidir. Her an sisteme bağlıdır ve ilham alır.Kaynak zaten her an oradadır ama biz bağlı değilizdir.  Zihin açıklığı olmayan insan ise bir içme suyu havuzunda yüzen ama korkudan ağzını açmadığı için su içemeyip susuz kalan insan gibidir. Bu gibi bir insan arada bir sanat, aşk, hayaller vs ile arada bir ilahi bilgelik ağına bağlanır ama hemen hattan düşer, çünkü anlık kanallarla hatta bağlanmıştır.
Zihin açıklığı anı yaşamak ve bu hali korumak için çok önemli. Zihni açık bir insan karşısına çıkan sorunlara takılmayacak ve bayırdan akan ve önüne ilk çıkan kayaya takılmayıp çevresinden dolanarak tekrar aşağıya özgürce akan bir su akıntısı gibi her an hayat oyununda akışta olacaktır. Zira sorunları algılama biçimi diğerlerinden değişiktir ve her zaman “nasıl fırsata çeviririm?” mantığı ile engelleri aşar ve hiçbir engele takılmaz. Engel yoktur, deneyim vardır onun için. Bu yüzden de anı yaşar. Bu arada anı yaşamak demek sorunsuz bir ortamda anı yaşamak demek değildir. Zihin açıklığına sahip ve bunu korumasını bilen bir insan her ortamda, her koşulda, herkes ile anı yaşayabilir. Zira o okyanusu kasıp kavuran fırtınanın üstüne çıkmıştır ve bir üstten bakarak zihin açıklığını korur. Bu şekilde de her ortamı, koşulu, insanı olduğu gibi tüm gerçekliği ile görür ve yaşar.
Zihin açıklığı anı yaşayan insanın bunu kalıcı kılabilmesi için elzemdir. Ancak bu şekilde yaşadığı dünyanın bir parçası olur ama onu bir tanık zihniyeti ile etkilenmeden seyreder. Etkilenmemekten kastım ise duygusuz, donuk, garip olmak değil, kendisinin doğal parçası olan duyguları yaşamak ama bunlardan etkilenmemektir.Onlara bağlanmamaktır. Samadhi’de bahsedildiği gibi “gözlenen değil, gözleyen olmak”tır.
Yaşamınızda her an sağlık, mutluluk, huzur dolu yaşayın, sevgi ve barış içinde kalın, ahenkli ve dengeli olun.
Sevgiler,
Kenan
Copyright © 2013  Yayın hakları Kenan Kolday'a aittir, izin alınmadan kullanılamaz.

19 Eylül 2013 Perşembe

Anı yaşamak 4- nasıl bölümler halinde yaşarsın?

Anı yaşamak için önce yavaşlamak lazım demiştik ve sonra anda kalabilmek için hayatı kompartmanlar ve ya bölümler vaya dilimler halinde yaşamaktan bahsettik. İlk adım olan yavaşlamak kişinin hız yapmasını engeller ve anı yaşamasını engelleyen faktörler üstünde kontrol sağlaması için kapı açar. Akla düşünmek için fırsat verir. Aklın özgürlüğünü tekrar ele almak için kişiye izin verir. Bu şekilde farkındalık ve de oto kontrol artar. İkinci adım olan dilimlere ayırmak ise her akışı duygu ve olayların yaşandığı alt birimlere ayırarak ana odaklanmak için fırsat verir. Zira odaklanmak kilit taşıdır. Bu şekilde o anda zihnen var olabiliyoruz.
Peki kayatı bilimler veya kompartmanlar halinde yaşamak için ne yapmalı? Öncelikle düşünmeyi kolaylaştırmak ve yaratıcı çözümlere daha kolay ulaşmak için sistem yaklaşımı ile düşünürsek, bir kapalı sistem girdilerden ve çıktıdan oluşur. Girdileri oluşturan unsur ve parametreleri kontrol etmek ile çıktılar üstünden kontrol sahibi olmak pekala mümkün ama kısmete de yer bırakmak şartıyla. Yani işin püf noktası anı yaşamaya engel olan unsurlar üstünde kontrol sahibi olmaktır. Burada anı yaşamaya engel olan şeyler kişinin dikkatini dağıtan ve zihin açıklığını anı yaşamasına engel olacak şekilde dağıtan unsurlardır.
Anı yaşamayı etkileyen girdiler neler olabilir diye işe başlayalım. Her girdi ille de olumsuz olacak diye birşey yok. Olumsuzluklar zaten adı üstünde insanı engeller. Ancak bazı olumlu şeyler de vardır ki o an yaşadığınız akışta olma haline müdahale eder. Etkileyici unsurlar olumsuz düşünceler, yıkıcı hisler yaratan duygusal yükler, ansızın meydana gelen ve müdahale etmeniz gereken bir olay, etki alanınız dışında gelişen ve sizi etkileyen force majör olaylar, acil ve önemli olmayan bir konuda kapınızı çalan ve hayır diyemediğiniz bir kişi,  maymum zihnin daldan dala atlamaları, önceliklerinizi net belirleyememekten dolayı neye odaklanacağınızı seçmemek veya seçememek, olaylar karşısında düşünmeden hemen anlam çıkarmak ve yaptığınız işi bırakmak, erdemli davranmayıp kendinizi uygunsuz duruma düşürmek ve sorumlusu olmadığınız şeyleri üstlenmek zorunda kalmak, boşa kafa yormak ve etkilenmek vs vs...Ayrıca girdileri sınıflandırırken onları geçmiş, şimdi ve geleceğe dönük incelemeliyiz. Ve anı yaşamak şimdi ile alakalı. Şimdi ve bu andan daha başka gerçeklik yok.
Girdileri yönetmek adına aklıma gelen bazı örnekleri paylaşmak istiyorum.
·         Aynı anda tek bir işe odaklanın ve mümkün olduğunca bunu koruyun. Laptopta birşeyler yazarken size laf anlatan bir kişi dinlenemez.
·         Hayattaki önceliklerinizi iyi belirleyin ve hayatınızı buna göre yaşayın. Hiçbir şeyin bunun önüne geçmesine izin vermeyin, ama kaskatı da olmayın.  Sadece doğru olanı yapın. Doğru yağmadığınız şeyler o gittiğiniz iş toplantısında da beyninizi kemirir ve sizin o anı yaşamanızı engeller. Siz doğru olanı yaptığınızda doğru kişiler sizi anlayacaktır. Doğru kişilerle bir arada değilseniz zaten o ortamı sorgulamalısınız.
·         Bir yerde iseniz sadece orada olmak istediğiniz için olun. Tersi durum kendinize yalan söylemektir ve orada olsanız bile aklınız başka yerde olur. Zaten bir süre sonra hata yaparsınız.
·         Odaklanın ve o anın hakkını verin. Örneğin, eve gelince çocğunuzla oyun oynuyorsunuz ama ama fiziken orada olsanız da zihnen değilsiniz. Ayrıca çocuklar hiç de saf ve aptal değiller ve sizin o an sırada olmadığınızı hemen anlarlar. Ve siz ona şeklen ilgilenmeyi öğretirsiniz. Çocuklarla oyun oynamaktan daha iyi meditasyon yoktur. Ne hamama gidip stres atmak, ne TV izlemek, ne spor, ne Yoga...hiçbir şey onlarla geçirilen o kutsal anların sizi iyileştirici ve mutlu eden anlarının yerini tutamaz. Bu fırsat kaçmaz. Nefes alın ve o an çocuğa odaklanın. Sadece onun istediği oyunları oynayın. Bir bakmışsınız 1 saat geçiş ve siz fark etmemişsiniz. Ve aklınız bir pamuk gibi saf ve temiz.
·         Sadece etki alanınız içindekilere odaklanın. Hayatta her şeyi kontrol edemezsiniz. Bazı şeyler etki alanınız içindedir bazılar ise dışında.  Kendi imkan ve beceriliriniz dahilindeki işlerle ilgilenmek kesintisiz odaklanma imkanını size verir. Ayrıca enerjinizi boşa harcamazsınız.
·         Doğru yolda yürüdüğünüzden emin olun. Yaptığınız her şey yaşam amacınız ile ilintili olsun ki odaklanacağınız anın hakkını verecek istek, tutkuya ve coşkuya sahip olun. İstek, tutkuya ve coşkuya diğer anahtarlardır.
·         Bedeninizi ve iç sesinizi dinleyin. Bedeniniz bilgedir ve iç sesiniz size doğru olanı söyler. İç sesiniz bir ön uyarı sistemi gibidir ve bunu dinlerseniz uygunsuz durumlara düşmezsiniz. İç sesiniz ve bedeninizde olumsuz durumlarda meydana gelen uyarı niteliğindeki “örümcek hisleri” size gerekli uyarıcıları verir. Bunları dinleyin ve bu bilgelikten yararlanın.
·         Olumsuz fikirleri olumlu ile değiştirin. Aklınıza kötü ve ya olumsuz bir düşünce mi geldi, derin bir diyafram nefesi alın ve nefes alırken o derin ve güçlü nefesin içinizdeki ve beyninizdeki tüm olumsuz düşünceyi yıkayıp attığını düşünün ve hemen düşüncenizi olumlu bir düşünce ile değiştirin. Eskisini geride bırakın gitsin. Unutun gitsin. Gandhi’nin dediği gibi olumsuz düşüncelerin zihninizi kirli ayaklarıyla kirletmesine izin vermeyin. Anı yaşamanıza engel olumsuz düşünceleri üstünüze almayın.
·         Empati kurun. İzlenimlerinize yanlış anlamlar yüklemeyin. Başkalarının davranışlarının kendi algı filterelerimizden geçirerek anlamlandırırız. Ve çoğu insan hemen kendi algısına göre yargıya varır. Kişilere takılmayın, olayları kişiselleştirmeyin. Tersini yapmak enerjinizi boşa harcar ve değerli zamanınızı alıp götürür. Sadece önemli olana odaklanın.
·         Samuray Umarsızlığı ile yürüyün. Aynı örnekten gidersek, kimse sizi yanlış anlamaz, yanlış anlayan ise halden anlamaz ise siz doğru olanı yaptığınız sürece bunun önemi yoktur. Yani siz doğru yaptığınız sürece biraz umarsız olmak iyidir. Herkesi memnun edemezsiniz. Bırakın konuşan konuşsun ama mutlaka ama mutlaka doğru söylediklerini de alın.
·         Olumsuzluklar karşısında kaygılanmayın . Farz edelim ki yanlış yaptınız. Evet bu bir yanlış olabilir ama siz ne öğrendiniz?. Almanız gereken dersi alın ve bir daha tekrarlamamak üzere yolunuza devam edin. Olan oldu, Hatanızı hemen özür dileyerek telafi edin. Yani kabul edin ve kendinizi yargılamayın. Bu bir tecrübe ve sadece sizin bir şey öğrenmeniz için yaşandı. Düşüne düşüne kafanızda yaşarsanız anı yaşamaktan uzaklaşırsınız. Her şeyin bir zamanı vardır ve zamanı gelince kaygılanırsınız. Sadece o an geldiğinde o hissi yönetecek metanete sahip olduğunuzdan emin olun.
·         Akıl berraklığını koruyun. Berrak ve temiz bir zihin odaklanmak için elzemdir. Bunu etkileyen unsurlara izin vermeyin.
·         Enerjinizi iyi kullanın. Eenerji kullanını SunTzu’nun “Savaş Sanatı” adlı kitabında üstünde durduğu başarı kriterlerinden biridir. Sadece önemli olana odaklanın ve gereği kadar enerji harcayın. Önemli olan tek atımlık kurşunla başarılı olmak değil uzun vadede her attığınız kurşunla hedefi her seferinde bir kerede vurmaktır.
·         Zor anlarda düşünmeden harekete geçmeyin ve kendinizi uygunsuz durumlara sokmayın. Hiç bir durumda kimseyi anlık sinirle kırmayın. Evet sizi bilen sineye çeker ama hep çekmesini beklemek beyhude bir fikirdir. Zira o beklese de zamanla o kişide duygusal yaralar açılır ve kendi bile bunun farkına varmaz. Bumerang eninde sonunda size geri döner ve elinizi yakar. Önce durumu ve koşulları alnayın, empati kurun sonra fikre varın.
·         Hiç bir duyguyu ertelemeyin. Duygularınızı paylaşın. Sevdiğinizi mi söylemek istiyorsanız, kesinlikle içinizde tutmayın ve söyleyin. “Şimdi doğru zaman değil”, ya da “son bir haftadır hep ben diyorum, ama o demiyor” gibi şeylerle kafanızı bulandırmayın. Söyleyin. Bir gün gelir söyleyeme fırsatınız olmayabilir. İçinizde tutmayın. Bir kişiye olumsuz geribildirim verecekseniz de bunu bekleymeden yapın ama doğru tarz, mekan ve zamanda yapın. Debby Ford’un bahsettiği gibi içinize attğınız her şey size geri döner; aynı bir deniz topunu su altında tutmaya çalışmak ve sonra topun kaçıp suratınız çarpması gibi. Hiç bir şeyi ve sorunu ertelemeyin.
·         Uyumlanma sanatını uygulayın. Hayatın akışında sürüklenen ve bu akış içinde kendi akışımızı kontrol etmeye çalışan ağaç yaprakları gibiyiz. Herşeyi biz belirlemiyoruz ve makro ve mikro kozmos içinde küçük ve önemli bir yere sahibiz. Herşeyi bilen bir tek Allah’tır. İşi %80 planlayıp gerisini Allah’a bırakmak mantıklı olandır. Gayret-kısmet misali.
·         HAYIR demeyi bilin. Gün içinde bir sürü insan sizden bir şey ister. Herkese evet diyemezsniz. Bazen önemli ve öncelikli bir şeyle uğraşıyorsanız, gelen talep o an için acil değilse, sonra konuşalım dersiniz. Ve söz verdiğiniz gibi işiniz bitince gider konuşursunuz. Ama size ait o zamanı kullanırsınız.
·         Kafanızın içinde yaşamayın. Geleceğe dair plan yapmak iyidir ama her anı o ne olacak, bu ne olacak? Ya öyle olursa şu ne olur? Gibi komplo teorileriyle geçirerek kendi kafanızın içinde sanal yaşamak beyhudedir. Kaçırılan bir yaşam fırsatıdır.
·         Hiç bir zaman KEŞKE demeyin? “Keşke böyle yapsaydım. “Ah aptal kafam” gibi fikirlerle değerli zamanınızı boşa geçirmeyin. Geçmişe geri dönemezsiniz ve geçmişten ders alıp, hatanızı tekrar etmeyin. İyiden de güçlü yanlarınızı görmek ve kullanmak için feyz alın. Düşüne düşüne kafanızı geçmişe takılmayın. Feyz alın ve ileriye bakın.
·         Hayat misyonunuzu bulun ve önceliklerinizi belirleyin. Bunu hayatınızda oynadığınız anne/baba, patron, çalışan, oğul, arkadaş, dost vs gibi tüm rollerinizi kapsayacak şekilde belirleyin. Belirleyin ve günlük yaşam planınızı buna göre yapın ve planınıza göre yaşayın. Plan demek katı olmak demek değil. Gerekli esnekliğe de sahip olun ve değişime açık olun. Bunu yaptınız mı zor bir durumla karşılaştığınızda hangi yöne sapacağınızı belirlemek kolaydır.
·         Negatif stresi proaktif yönetin. Stres canlılarda zor durumlarla anlık olarak baş edebilmek ve hayatta kalabilmek için vardır ama hep size arkadaş olsun diye yoktur. Stres anı yaşama kapasitenizi düşürür. Stresin size yaklaşmasına engel olun. Nasıl mı?
o   Yatmadan önce iş güç düşünmeyin. İşinizi ve sorunuzu uykunuza taşımayın.
o   Güne nasıl başlarsanız gün öyle devam eder. Sabah kalkınca balkona çıkın ve güne gülerek merhaba deyin. Derin bir nefes çekip içinize doldurun. Minnet ve teşekkür edin. Banyoda yüzünüzü yıkarken kendinize bakıp değerli olduğunuzu hatırlayın, hissedin.
o   Haftaya nasıl başlarsanız öyle devam edersiniz. İnanın buna. O yüzden özel bir durum olmadığı sürece Pazartesileri işten zamanında çıkın.
o   Hayatta %100 memnuniyet yoktur. İnsanı cennete koyun “burası neden altından değil” gibi bir bahane ile bir diğer gelir mutsuz olur. Elinizden geleni yaptıysanız, üzülmeyin ve insanların dediklerini üstünüze almayın. Doğru denilenler hariç tabii.
o   Gerçekten önemli ve acil olan işler için tabii ki koşulacaktır ama sizi boşu boşuna koşturup enerjinizi çalacak insan ve olayların kuklası olmayın. HAYIR deyin.
o   Geleceğe dair ACABAlarla yaşamayın. Planlayın ama hayatın sizin için olması gereken en güzel her zaman getireceğini de bilerek kendinizi imanla akışa bırakın ve yaşayın.
o   Övgüden de sövgüden de etkilenmeyin. Ne aşırı heyecanın kuklası olun ne de eleştiri uzmanlarının piyonu olun.
o   İnsanlar için gereksiz iş üstlenmeyin. Kendi kendilerine kalmalarına, düşünmelerine ve öğrenmelerine izin verin. Delege etmeniz gereken ama yapmadığınız iş size kalır ve sonra görev olur kalır ve sizden çalar.
·         Duygularınızı yaşayın ama kölesi olmayın. Kızacaksanız kızın ama tüm gün sürmesin. Bu size ve çevrenize zarar verir.
·         Unutmayı öğrenin. Kimse mükemmel değil ve herkes doğru bildiğini yapabiliyor. Yargılamayın, suçlamayın. Tepkinizi verin ama unutun gitsin. Duygusal yükünüzü yanınızda taşımayın. Her yeni kompartman unutmak için bir fırsattır.
·         Sorunlarla ve insanlarla yüzleşme becerinizi geliştirin. İyi ve ya kötü hiçbir şeyi içinizde tutmayın.
·         Çeşitlilikleri kabul edin ve takdir edin. Herkes ayrıı bir değer ve çeşitliliktir. İzin verin. Sadece önemli olan şeyleri sizin alanınıza giriyorsa kontrol edin.
·         Kişilerin oldukları gibi olmasına zin verin.
Daha çok şey yazılabilir ama fark ettiyseniz anı yaşamak sadece ama sadece zihinsel bir beceri. Zihin berraklığınızı ve dinginliğinizi koruyamadığınız her şey sizi anı yaşamaktan uzak tutar. Özeti bu ve bu bir nirvana hali değil. Önemli olan bunun mümkün olduğunu bilmek ve nasıl yapılacağını anlamak. Sonrası pratiğe kalmış. Unutmayın birisi yapabiliyorsa herkes yapabilir.
Yaşamınızda her an sağlık, mutluluk, huzur dolu yaşayın, sevgi ve barış içinde kalın, ahenkli ve dengeli olun.
Sevgiler,
Kenan
Copyright © 2013  Yayın hakları Kenan Kolday'a aittir, izin alınmadan kullanılamaz.

12 Eylül 2013 Perşembe

Anı nasıl yaşarsın?...Hayatı Bölümlere Ayırmak

http://www.naacel.blogspot.co.uk/2013/09/an-yasamak.html isimli yazımda başlayan ve “yavaşlamanın gücü”nü işleyerek (http://www.naacel.blogspot.co.uk/2013/09/an-nasl-yasarsnyavaslamanin-gucu.html)  devam eden “anı yaşamak” yazısının devamıdır.
Yavaşlamak anı yaşamak için bence ilk kilit taşı ve bunu yapabilmek için insanın kendine bir fren koyması gerekiyor. Bu freni koymak her zaman kolay değil, zira bazen hayatın akışı insanın akış dışına çıkmasına izin vermiyor. İnsan öyle anlar ve koşullar ile sınanabiliyor ki, işte o zaman kadim “savaş sanatları”nda bahsedilen sabırla beklemek ve “Tao” ile uyumlanma vakti oluyor. Beklemek ve doğru anın gelmesi için tetikte olmak. Sabretmek ve bu deneyimin içindeki mesajları okuyarak, öğrenmek ve daha güçlü çıkmak. Zira hiçbir şey kalıcı değildir ve hayattaki zıt 2 kutuplar arasındaki salımına tabidir (http://www.naacel.blogspot.co.uk/2013/06/neden-dunyada-bunca-kargasa-var.html).  Ama bu durumlar dışında pekala öz farkındalık , irade ve çaba ile akışın dışında kalmak mümkün. Bizler hür ve özgür irademizle yaşadığımız durum ve hallerin bize dayattığından fazlasıyız. Seçim hakkımızı kullanarak koşullara verdiğimiz tepkilerimizi seçip her koşulda yüce, asil ve sevgi dolu yaşayabiliriz.
Anı yaşamak için yöntemlerden biri olan “yavaşlamak”tan sonraki adım “hayatı bölümler halinde yaşamak”. Ben buna “kompartmanlar halinde yaşamak” diyorum. Bilirsiniz yolcu trenleri kompartmanlardan oluşur ve her bir kompartman bir diğerinden ayrıdır. Kişinin yaşamı da farklı kompartmanlarda yaşadığı durumlardan ibarettir. Kompartmanların sınırları yaşanılan hal ve durumların başlangıç ve bitiş süreleridir. Her kompartman o hal ve durumun yaşandığı anların toplamından oluşur ve o durum bitince yeni kompartmanlara geçilir. Her kompartmanda ayrı koşullar altında farklı olaylar yaşar. O kompartmanda işi bitince bir diğerine geçer ve kompartmanların birbiri ardına zincir gibi dizilmesi yaşamı oluşturur. Bu aynı her yaşadığımız anın film kamerası tarafından çekilmesi ve her bir anı yansıtan çekilen filmlerin arka arkaya oynatılmasıyla bir film çekilmesi gibidir.
Kompartman ile anlık ve tek bir saniye için yaşadığımız yaşam karesinden bahsetmiyorum. Her bir kompartmanda beli bir sahne yaşıyoruz ve bu birkaç saniye de sürebilir, birkaç saat de. Örnek verelim. Farz edelim ki, o sabah kalktınız ve işe giderken bebeğiniz ağladı. Tam da önemli bir toplantınız var ve eşiniz de hasta olmasına rağmen tüm gece uyumamış. Hemen çocukla ilgilendiniz (1) ve uyutup yola koyuldunuz (2). Ama geç kaldınız ya, kafanızda “ne bu şans!!” vs diye kurmaya başladınız. Toplantıya geç kaldınız ve özür dilediniz ve tüm toplantı boyunca mahcup hissederek toplantıdan istediğiniz performansı alamadınız (3). Toplantı çıkışı limanda konteynerinizin boşaltılırken düştüğü haberinizi aldınız ve mallarınızın hasar gördüğünü öğrendiniz. Gün boyu bu işin koşturmacası (4) sonucu eve gidiyorsunuz ve yemek (5) sonrası küçük bebeğiniz sizinle oynamak istiyor. Oynuyorsunuz (6) ama şeklen. Kafanızda o gün olanlar var. Ve sonra TV karşınızda oturup (7) uyurken yine günlük stresi bir hatılıyor bir unutuyorsunuz, hatta eşinizle bile birkaç kelime ancak etmişsiniz. Ve bakmışsınız ki sızmış kalmışsınız (8). Sabah kalkınca ise üstünüzde bir ağırlık var zira tüm gece uyumak ve uyumamak arasından gidip gelmişsiniz (9). Ve işe giderken bir önceki günü düşünerek “ne bu yahu” diyerek gidiyorsunuz (10).
Üstteki paragraf ile kaba bir örnek vermek istedim ve 10 adet kompartmanı sayılarla belirttim. Her kompartman yaşanılan hal ve durumları belirtiyor ve birisi 2 dakika iken, diğeri 20 dakika, bir diğeri 10 saniye sürebiliyor. Hangi birimiz bu tür bir tecrübeden geçmemişizdir ki? Herkes rüzgarın önünde yaprak olup savrulduğunu hissettiği zamanlar yaşar. Hatta çoğu insan tüm hayatını böyle yaşar. Fakat fark ettiyseniz bu örneği yaşayan kişi her kompartmanda yaşadığı duyguları o kompartmanda bırakamaz. Bir sonraki kompartmana da taşır ve bu duygusal yükle o kompartmandaki anların hakkını veremez, o anlardaki güzellikleri göremez ve hatta o anların getirdiği zorluklardan öğrenme fırsatını elde edemez. Sanki Hobbitlerle yolculuk eden “yüzük taşıyıcı”dır. Sadece bir önceki kompartman değil, o kompartmandan önceki hatırlayabildiği tüm kompartmanların duygusal yükünü her yeni kompartmanda taşır. Hafızası allak bullak bir şekilde hayvanların ormandaki yaşam mücadelesi gibi bilinçsizce yaşar, sadece kızdırılan kobranın kabarması gibi tepki verir ve “insan düşündüğü için hayvandan farklıdır” diye de avunur.
Yapılacak olan tek bir şey vardır; o da her kompartmanı o kompartmanda bırakmaktır. Her kompartmanın duygusal yükünü orada bırakmak ve bir sonrakine taşımamaktır. Çok teorik hatta uçuk görünüyor değil mi? Ama öyle değil. Neden olsun ki? Bugün yoga ve meditasyon ile insanın düşünce ve duygularını kontrol edebildiğine inanılabilirken neden bu zor olsun ki? Bazı şeyler yaşanacaktır ve ondan kaçış yoktur. O an başımıza gelen iyi ve ya zor durumları olabildiğince yaşar, zorluklara karşı mücadele eder, güzellikleri sindiririz. Hatta yere düşsek bile yerden toprakla kalkarız. O an ne önceki kompartmanda olan olayları düşünür durur, ne de kafamızda hesaplaşırız. Ne de bir sonraki kompartmanda olacakları hayal eder henüz gerçekleşmeyen ihtimaller havuzunda yüzeriz. Sadece o kompartmanda olan biteni yaşar, O’ndan gelene “eyvallah” der ve o tecrübeden öğreniriz. Ne şikayet etmeye gerek vardır ne de dedikodu yapıp kendimizi rahatlatmaya. Ünlü Samuray Musashi’nin dediği gibi “acıkınca yer, yorulunca uyuruz”, aynı çocuklar gibi. Ne öncesi, ne sonrası, sadece şimdi.
Bu ne umarsızlıktır, ne de vurdumduymazlık, ne de kalın kafalılık ve ya kalın derililik. Ne de tembelliktir. Ne de boşvermişlik ve ya kendini bırakmadır. Bu, bir dilenci olan ve “bir sonraki yaşamında kral olacağım diye şimdiye bakmıyorum” diyen bir Hint fakirinin koyvermesi de değildir. Ben kontrollü bir izin verme halinden bahsediyorum. Bir akışta olma hali.
Hayatı kompartmanlar halinde nasıl yaşarsın? Bu da sonraki yazı olsun.
Yaşamınızda her an sağlık, mutluluk, huzur dolu yaşayın, sevgi ve barış içinde kalın, ahenkli ve dengeli olun.
Sevgiler,
Kenan
Copyright © 2013  Yayın hakları Kenan Kolday'a aittir, izin alınmadan kullanılamaz.

5 Eylül 2013 Perşembe

Anı nasıl yaşarsın...YAVAŞLAMANIN GÜCÜ

http://www.naacel.blogspot.co.uk/2013/09/an-yasamak.html isimli yazımda “anı yaşamak” konusunu kendime göre işledim. Anı yaşamak daha kaliteli bir yaşam sürmek ve gerçeklerden kopmadan hayattan keyif alarak akışta olmak için bir anahtar. Anı yaşamak bir samadhi, nirvana, mokşa hali değil ancak bu yola girmek isteyen için bir basamak.
Spor, namaz, tefekkür, meditasyon, hobi ile uğraşma vs gibi aktivitelerle herkes hayatında birçok kez anı yaşar ama bunun farkına varmaz. Bu bilinçli değil o an için bilinçsizce sağlanan bir durumdur. Önemli olan bunu bilinçlice yapmaktır.
Peki NASIL? Kendimce anlatmaya çalışayım. Her şey yine farkındalık ve öz gözlem ile başlıyor. Farkındalıkla yaşanan bir hayatta insanın önünden ne fırsatlar, ne mesajlar geçer gider ama kişi onları görmesine rağmen farketmez. Öz gözlem kişinin kendi içine bakması ve iyi ve eksik yaptığı şeyleri olduğu gibi görmesidir. Görmek anlamak olmadığına göre görülen şeylerin olduğu gibi kabul edilebilmesi becerisi de öz gözlemden sonraki adım. Ve sonraki adım ise eylem aşaması.
Bence ilk adım YAVAŞLAMAK. Daha doğrusu yavaşlayabilmek. Yaşadığımız yüzyıl “hız” çağı. Her şey en hızlı bir şekilde ve en düşük maliyetle yapılmalı. Rekabetin temel kavramı bu; zira rakipler daha hızlı olabilir. Aman dikkatttt !! Daha hızlı ve yeni ürünler piyasaya sürebilir ve sen geride kalabilirsin.  İş yaşamındaki insanlar daha hızlı gelişebilir ve ya kariyer basamaklarını tırmanabilir ve sen geride kalabilirsin. Çok çalış, çookk!! Daha fazla imkanlara sahip olmak için daha çok kazanmak ve bunun için de daha çok çalışmak ve bunun için de daha çok kendini ispat lazım. Piyasada aç insan çok, geriden gelenler güçlü geliyor, bunu koruman lazım. Koş koş koş, durmadan koş.Tanınırlığı artırmak lazım, o yüzden belli insanları tanımak lazım...şu birkaç derneğe gireyim o zaman. İnsanlar buna göre yaşıyor. Serengeti’de beka mücedelesinden farksız. Hep bu lazım, o lazım. Seçme hakkı ve becerisi nerede peki? Ne oldu hür iradeye? Nerede tutuldu akıllar? Mesajların yaptırıcılığına bakar msınız? İnsanın nasıl bir kıyaslamalar dünyasının köleliğinde kıvranıp durduğunu görebiliyor musunuz? Bu evrensel kutupsallık yasasının iş yaşamındaki iz düşümü. Bu “matrix”in dibi.  Bu bir bolluk zihniyeti ile düşünmek değil, kıtlık zihniyeti ile düşünmek. Bu bir korku kültürü. Kaybetme korkusu kültürü. Elindeki kaybetme korkusu. Zor elde edilenden olma korkusu.
Hayatı öyle bir hızda yaşıyoruz ki akşam eve döndüğümüzde “ne yaptım yahu bugün?” diye geriye dönüp baktığımızda özetlemesi bile zor oluyor. İş hayatı inanılmaz talepkar. Basit olarak şu “fast food” konsepti bile bu hızlı iş yaşamı içinde beslenmeye ayrılacak zamanı asgari tutmak ve bu en kısa anda da doymak amacıyla oluşmuş bir konsept. İhtiyaç oluşmuş ve birileri bunu karşılamış. Bu beyhude ve acınası kısa yeme anında insan ne denli yediğinden keyif alır, ne denli yanındakiyle sonbet eder...tartışılır. 08:00-18:00 arası çalışan ve mesai yapmadığı varsayılan bir insan muhtemelen akşamı nasıl ettiğini bilmiyordur, hatta çoğu insan tuvalete bile sıkışmadan gitmez hale geliyor. Hatta kötü bir iş ortamında çalışıyorsa stresten bıkkın haldedir. İş yaşamı hızı ve en düşük maliyeti gerektiriyor. Aklı, bedeni, ruhu yorgun insanlar eve gidince de kendine, ailesine ve çevresine zaman ayırabilmek içinn yine hız yapıyor.
Hız yapmanın büyük bir bedeli var. Bu bedel çocuğunuzun 13 yaşına gelmesi ve hala sevdiği rengi, yemeği, hayat amaçları, hobileri, kız arkadaşını bilmemek olabilir. Bu bedel çocuklarınızla ve ailenizle geçirebileceğiniz güzel anları yaşamamış olmak ve geriye tekrar dönememek olabilir.  Bu bedel zor ve yoğun geçen bir günün ardından akşamki düğüne katılmak için eve zamanında yetişmek adına arabanızla hız yaparken otobanda kaza yapmak olabilir. Bu bedel hız yapmak adına kendinizi unutmak olabilir. Bu bedel hız yapayım derken yarım yamalak kararlar alıp sonra yanlış kararların sonuçlarını daha fazla çabayla düzeltmeye çalışmak olabilir. Bu bedel bir adım geriye çekilip hayata üstten bakıp büyük resmi görememek olabilir. Sevdiklerinize zaman ayıramamak ve onların gelişimlerini takdir edememek olabilir. Liste uzar da gider. Hız yapmanın bir bedeli vardır. Fiziken, zihnen, ve ruhen bedelleri vardır. Hız yapayım derken 120 kiloya çıkıp spora ve kendine hatta sağlığına özen göstermeyen çok insan var. Hız yapayım derken yanlızlaşan ve hayattan zevk almayan, mutlu olmayan çok zihin var ortalıkta ve bunlar kendi mutsuzluklarını çevreye bulaştırıyorlar. Ruhunun bile farkında olmayan, kendi içlerindeki o eşsizliğini görmeyen insan çok, zira o eşsizliklerinden koparılmışlar.
Hız yapmak gerekli değil demiyorum, ama hız lazım da demiyorum. DENGE önemli diyorum. Salt her an dengede kalmaktan da bahsetmiyorum. Dengede kalmak ama yeri geldiğinde hızlanmak ve sonra tekrar denge noktasına geri dönmekten bahsediyorum. Hayatta hiçbir şey statik değildir. Statik olan ölüdür. Her şey değişir ve gelişir. Hayat değişen koşullara uyum sağlamakla geçer ve durumsallık ilkesi vardır. Bu değişen koşullar altında bazen hız yapmak ve fırsatları değerlendirmek gereklidir ve o an hız lazımdır. Tembellik derecesi yavaşlamak da fırsatlardan insanı mahrum eder. İnsanı köreltir. Denge noktası öyle bir noktadır ki, kişi hem yaşadıklarının farkındadır, hem onlardan keyif alır. Hızlı yemek yerken lokmaları çiğnemeden, tadını almadan mideye yuvarlamanın tersi bir durumdur bu. Yavaşlamak, yemeği küçük lokmalara bölmek, rahat sindirim için iyice çiğneyerek yemek, yerken tadını almak ve bundan keyif almak, bir sonraki lokmayı aceleyle değil bekleyerek ve yanındakilerle konuşarak, sohbet ederek keyifle ağzına atmaktır. Hatta bu keyifli yemek sırasında yemeği yapanı ve ortamı hazırlayanları fark edip, takdir etmek ve hatta servis yapanlara da teşekkür etmektir. Ve hatta böyle güzel bir anı yaşayabilme imkanına sahip olduğun için minnet etmektir. Yavaşlamak ama yaptığın işi bir samuray kusursuzluğu ile en iyi şekilde yapmaktır bu. Yavaşlamak zihnimize farkındalığa sahip olmak için gerekli dikkat etme imkanını verir.
Bir sonraki adım ise HAYATI  BÖLÜMLERE AYIRMAK ve bu da bir sonraki yazı.
Yaşamınızda her an sağlık, mutluluk, huzur dolu yaşayın, sevgi ve barış içinde kalın, ahenkli ve dengeli olun.
Sevgiler,
Kenan
Copyright © 2013  Yayın hakları Kenan Kolday'a aittir, izin alınmadan kullanılamaz.

3 Eylül 2013 Salı

Anı yaşamak

“Anı yaşamak”...İlk bakışta 1960’ların “Çiçek Çocukları”nın felsefesini yansıtan ütopik bir kelime gibi geliyor değil mi? Ya da eski “anı”ları yaşamak. Ya da ulu ve veli insanların yaşayabileceği çok mistik bir deneyim. Doğru cevap hiçbiri değil.
Anı yaşayabilmek herbirimize mahsus olan ancak maalesef farkında bile olmadığımız ve unuttuğumuz bir beceri. Daha doğduğumuz gün bu muhteşem beceriye sahibiz. Ve zamanla bunu unuyoruz. Çocukları düşünün. Gece geç saate dek oyun oynayan ve yorgunluktan kafayı yatağa koysa anında uyuyacak olan o çocuk, arkadaşları eve gidene dek bahçede zıplar oynar. Yetişkin insan yorgunluk hissedince durur dinlenir ama çocuk yorgun hissetmez. Ne zaman arkadaşları gider o an eve gelir ve yatağa uzanır. Ama bir diğer arkadaşı onu çağırmaya dursun, hemen kalkar o hal ile bile yeniden oynar. Biz büyükler ise binbir bahane üretir kalkmayız bile. Çocuk her yaptığı işe konsantredir. Bebekler de öyle. Bebekler bir işi defalarca sıkılmadan yapar durur, keyif alır ve öğrenir, sonra diğer işe geçer. Normal durumda kafaları nettir, sakindir, dolu değildir.
Anı yaşayabilmek ile anlatmak istediğim aynı bir çocuk saflık ve berraklığında herhangi bir şeyi yaparken açık, saf ve net bir zihinle yapılan işe odaklanmak ve o mekandaki tüm koşulları, insanları, dekorları, detayların farkına varabilmek ve hissedebilmektir. Bu bir odaklanma meselesi. İnsan zihni bir maymun gibi daldan dala atlayan fikirlerle doludur. Bir dakika önce bir şey düşünürsünüz sonra bir türev fikirden başka bir fikre zıplar, nerede olduğunuzu unutursunuz. Buna “maymun zihin” deniyor.  
Maymun zihin odaklanmamış bir zihindir. Fikir fikri açar hatta dışarıdan bir araba sesi gelir hemen arabalarla ilgili bir şey daha düşünülür ve konu sapar gider Hatta araba sesi yakın süre önce sizde duygusal bir iz bırakmış bir konuyu bile tetikler ve kafanızda dakikalarca hesaplaşma ve suçlama yaparsınız. Sonra yan odada çalan ama başkasının açtığı telefonun sesi sizi belki de oğlunuzun doğum haberini aldığınız ana sürükler ve bir anda mutlu olursunuz. Rüzgar önünde öylesine yuvarlanıp giden yapraktır sanki düşünceleriniz...hiç bir kontrolünüz yoktur. Maymun zihin adı gibi zihni maymun eder ve odaklanmamış bir zihnin ürünüdür. Patanjali’nin yoga sistemine göre 12 saniye hiçbir şey düşünmemek başarılı bir meditasyonun ilk aşamasıdır ve sonra bu süre uzar gider. Gerçekten 12 saniye bir şey düşünmemeyi deneyin ne denli zor anlayacaksınız. Ancak pratik ile zihin eğitilebilir ve 12 saniye ve ötesi “sessiz zihin hali”ne ulaşılabilir.
Ancak resim yapmak, gitar çalmak, bahçe ile uğraşmak, spor yapmak, namaz vs gibi anlarda tek bir işe odaklanan zihin, meditasyon ile sağlanmak istenen sessiz zihin haline erişir ve zihin susar. Herkes hayatında birçok kez anı yaşar ama bunun farkına varmaz bile. Önemli olan bunu bilinçlice yaşamaktır. O işi nasıl yaptığınızı bile farketmezsiniz ve bilinçaltınız sizin için o işi sessiz zihin haline rağmen yapar. Tek bir işe odaklanmış zihin her anı bir meditasyon sakinliği ve süküneti ile yapmanıza yardımcı olur. O an ne geçmişteki olaylar ve duygusal yükleri vardır, ne de gelecek kaygısı. Sadece o an yapılan iş, mekan ve siz. Tabii burada bir sanatçının ilham rüzgarı içinde dalıp gittiği ve kendisini ve çevresini unuttuğu o kozmik bilinçle birleşme anlarından bahsetmiyorum. Burada bahsettiğim bir işe odaklanarak sessiz zihin haline ulaşılan bir durum ve bu durumda hala yaşadığınız anı ve mekanı sonuna dek canlı, berrak bir şekilde yaşıyor ve o an ve mekandan bir huzur alıyorsunuz.  Her detayı çabasız hatırlıyorsunuz.
Odaklanmayan insan nasıl yaşar? O an bir işe odaklanan kişinin ne denli odaklandığı bile meçhuldur. Bir önceki gün patronuyla yaşadığı sorunları kafasında döndürür dolaşır ama işini kısmi motivasyonla yapar. Ya da gelecek ay yapacağı yüklü kredi ödemesiyle dolu bir kafayla. Ya da katıldığı toplantıda bir sonraki toplantı için hazırlanır ve o anki toplantıya zihnen katılmaz. Maymun zihni her an onunla birlikte yaşar ve hatta uykusunda bile rüyalarına korkuları ve kabusları olarak girer. Mutsuzdur ve mutluluğu geçici keyif ve zevk anlarında arar.
Ama anı yaşayan kişi yaşadığı her saniyeye odaklıdır, yaptığı işe tam konsantredir, o işi bir samuray kusursuzluğu ile yapar, ne kaplumbağa hızında değerli zamanı harcar ne de tavşan gibi dili dışarıda aceleyle koşarak keyif almadan ve farkındalıksız o işi yapar, telaşla değil uygun hızda ve verimli bir şekilde yapar. Yargılama, korku, endişe yoktur, kabul vardır. Çok ilginçtir ki o anlarda sakarlık vs olmaz ve sanki insanın önündeki tüm engeller ortadan kalkar ve her şey başarman için sana yardım eder. Yaşadığın her saniyeden keyif alır ve mutlu olursun ve bu keyif doğayı, Yaradanı ve çevrendeki insan olsun ister obje olsun her şeyi takdir etmeni sağlar. Aldığın her nefes için minnet edersin.
Anı yaşamak bir samadhi, nirvana, mokşa hali değil ancak bu yolda girmek için bir basamak. Anı nasıl yaşarsın peki? Bu da bir sonraki blog konusu...
Yaşamınızda her an sağlık, mutluluk, huzur dolu yaşayın, sevgi ve barış içinde kalın, ahenkli ve dengeli olun.
Sevgiler,
Kenan
Copyright © 2013  Yayın hakları Kenan Kolday'a aittir, izin alınmadan kullanılamaz.

27 Ağustos 2013 Salı

Her günü tatil gibi yaşamak

Yaz çoktan geldi, hatta bitiyor. Yakında okullar açılacak. Ramazan Bayramı’nın bitmesiyle uzun süredir beklenen tatiller yapılıyor. Tatil herkesin ihtiyacı ve birçok insan bunun hayaliyle tüm yıl yaşıyor.
Tatil ne kadar önemli değil mi? Günlük yaşamın koşturmacası içinde hepimiz bir an için işten güçten uzaklaşmak ve sevdiklerimizle zaman geçirip kafamızı dağıtmak için tatil yapmak ihtiyacındayız. Maalesef bir çok insan yoğun iş temposu  ve beklentiler okyanusunda bir hafta tatil yapmadan yıllarca çalışıyor. Bazıları kendine bunu hak bile görmüyor maalesef. Bazıları ise kısıtlı imkanlar sebebiyle düşünemiyor.
Neden tatil bu kadar önemli peki? İnsanlar tatile çıkınca öncelikle sevdikleriyle daha fazla zaman geçirmek için fırsat buluyor. Bunun da ötesinde kendisine zaman ayırabiliyor. Hafta sonu gibi kısa bir zamanda gidip göremedikleri yerlere gitme fırsatını buluyor. Ancak bir çok insan için tatil gündelik hayatın koşturmacasından bir kaçış yolu olarak görüyor. Bu kaçış, yoğun bir iş temposu ile geçen gün sonunda insanın stresini spor yaparak veya erken uyuyarak atmaya çalışmaktan farksız. Bu kaçış ile insanlar gündelik sorunlardan bir an için zihinsel bir kaçış yaşamaya ve dinlenmeye çalışıyorlar.
Neden bir kaçışa ihtiyaç var, NEDEN? Çünkü hayat zor ve temposu yüksek. Talepler kesin ve net. Yük çoğu insan için ağır. Çoğu insan için nefes almaya zaman yok. İnsanlar her gün kolay ve zor, iyi ve kötü, adil olan ve olmayan birçok olay yaşıyorlar. Zıt durum ve haller arasındaki gitgel içinde strese giriyorlar. İnsanı acil durumlardan korumak için var olan bir savunma mekanizması olan stres, hayatın her anında kişiye bir yol arkadaşı olunca insanlar mutsuz oluyorlar. Mutlu olmak için akşam evine ve ailesine gitmeye, dostlarıyla vakit geçirmeye, yılda birkaç hafta kaçıp tatil yapmaya ihtiyaç duyuyor. Bir ara vermeye olan bir ihtiyaç bu. Bu çok normal, ancak normal olmayan şey tüm bu kaçışlara rağmen kalıcı huzur ve mutluluğa sahip olunamaması ve devam eden stres ile gelen etkiye otomatik tepki veren otomatik bir hayat yaşanması.
Tatil bitip gündelik yaşama dönünce geçici mutluluk hali bitiyor. İnsan ruhu evrensel dengeyi kendi içinde bulduğu  bir hayat arar. İnsanlar tembel değildir ama aptal da değildir. Aradıkları onurlu, mutlu ve başarılı bir dengedir. Tatil de bir telafi metodu ama günümüzde tek başına yetmiyor.
Peki sadece hafta sonlarını düşünerek ve tüm yılı bir iki haftalık tatil hayalleriyle yaşamaya mahkum olmadan, HER GÜNÜ TATİL GİBİ YAŞAMAK da mümkün desem ne dersiniz? Tatilin kaçıştan gelen dayanılmaz hafifliğine kapılmadan yaşamak mümkün desem. Tatil hissinin getirdiği mutluluk hissinin geçici olduğunu söylesem. “Bu bir hayal, Bu olamaz” denildiğini duyar gibiyim. “Ya da ne saçmalıyor bu adam!!” denildiğini de. Ancak bu mümkün ve bunu yapmak için ne sarhoş olmaya, ne kafayı bulmaya, ne ilaç almaya ihtiyaç var. Bu kalıcı ve dengeli bir zihin halini yakalamak ve hayatımızın her bir anında başımıza gelen olaylara bilinçli ve farkındalıklı tepki verebilmek ve etkilenmemek ile mümkün. Zor değil ama kolay da değil. Olay sadece mevcut zihinsel tutum ve davranışlarımızın farkına varıp, bilinçli bir hale geçmek ve her anı böyle yaşamak. Çevremizdekilerin, olayların, ve koşulların kuklası olarak yaşamak yerine, özgür irademizle kendimizin ve yaşamımızın kontrolünü ele almak, kendimize ve hayata dair yüksek farkındalığa sahip olmak, hayattaki hedeflerimizi bilip buna göre bilinçli seçimlerle yaşamak, fikrimizde ve zikrimizde dengeli ve ölçülü olmak ve doğa ve evren ile uyumlu yaşamaya geçmekten bahsediyorum. Bu bir dönüşüm, bir metamorfoz. Bir tırtılın kozasına girmesi ve kelebek olarak çıkması hali. Bu tırtıl sürünerek ilerlemek için değil, uçmak için yaratılmış ancak tırtıl iken bunu bilmiyor, bilemiyor ta ki o mucizevi dönüşüm anı tamamlanana dek.
Her günü tatil gibi yaşamak, tatil ile elde edilmeye çalışılan o zihinsel huzur ve dinginlik durumunu kalıcı olarak yakalamak ve hayatın her bir anında onu koruyarak yaşamaktır benim için. Evet bu bir zihin hali ve herkes bunu yapabilir. Bu bir Zen Budist rahibinin “Aum” çekerek meditasyon yaparak yakaladığı bir mistik hissiyat değil. Nirvanadan da bahsetmiyorum ama ona giden yollardan birine işaret ediyorum. Ya da sadece hayattan keyif almamızı sağlayan şeyleri yaparak tüm bir günü ve yılları keyifle geçirmekten de bahsetmiyorum, zira insan kalıcı mutluluğu geçici ve anlık keyif veren şeylerle elde edemez. Kalıcı mutluluk için kalıcı bir olumlu zihinsel tutuma ve bakış açısına sahip olmak gerek.
Her günü tatil gibi yaşamak bir zihin hali. Bir özgürlük hali. Hem bu dünyada yaşamak, hem de ona bağlı olmama hali. Bu mümkün, yeter ki ona ulaşmayı seçin.
Yaşamınızda her an sağlık, mutluluk, huzur dolu yaşayın, sevgi ve barış içinde kalın, ahenkli ve dengeli olun.
Sevgiler,
Kenan
Copyright © 2013  Yayın hakları Kenan Kolday'a aittir, izin alınmadan kullanılamaz.

6 Ağustos 2013 Salı

Denge

“ Yumuşak olma ezilirsin, sert olma kırılırsın” - Victor Hugo
“Her şeyin ortası iyi, çoğu zararlıdır” -  
T. Plautus
“Okunu hedeften öteye atan okçu, okunu hedefe ulaştıramayan okçudan daha başarılı değildir” -
Montaigne
“Hiçbir şey insan için " ölçüsüz tenkit" veya " aşırı medih" kadar zararlı olmaz” -
Goethe



Denge en basit haliyle, “herhangi bir olgunun türevinin sıfıra eşit olma durumu veya farklı etmenler altında değişen olgularda karşıt etmenlerin birbirine eşit olması ya da bir sistem söz konusu olduğunda sistemin değişmemeye eğilimli durumu”dur.
Günlük kullanımda daha çok fizikte ve kişinin ruh halini tanımlamada kullanılmakla birlikte denge evrendeki en temel şeydir. http://www.naacel.blogspot.co.uk/2013/06/neden-dunyada-bunca-kargasa-var.html linkindeki yazımda da belirttiğim gibi evren “kutupsallık yasası” ışığında karşıt güçlerin harikülade dansına sahnedir. Zıtlıkların dansı ise bir diğer evrensel yasa olan “etki-tepki yasası” (fizikte eylemsizlik yasasıdır) ile dengelenir. Denge nedir peki? Denge noktası zıtlıklar arasındaki gelgitin orta noktasıdır. Bu öyle bir orta noktasıdır ki karşıt iki unsurun güçlerinin birbirlerine etkisi eşitlenmiş ve zıtlıklar birbirlerini dengelemiştir. Zamanında Suriye’yi fethe giderken Büyük İskender’in akıl hocası Aristo’ya mektupla sorduğu ve aldığı cevap gibi bu orta nokta karşıt güçlerin birbirleriyle mücadele etmekten yorulup barış yaptığı bir doğal denge noktasıdır.
Evren açısından baktığımızda ilk tür denge zıtlıklar arasındaki bir orta nokta halinin yaşandığı bir denge halidir. Bu duran bir cismi o noktada tutan bir denge hali de olabilir, ya da bir gezegen çevresinde dolaşan bir uydunun merkezkaç ve yerçekim kuvvetlerinin birbirlerini dengelemesi sayesinde oluşan bir hareketli denge de olabilir. Önemli olan iki zıt kuvvetin dengelenmesidir.
Yaşam açısından baktığımızda ise denge çok daha önemli bir hal alır. Doğum sonrası çocukluğun ilerleyen yıllarında akıl-beden-ruh üçlüsü gelişen çocuk kendi içinde olsun, aile ve sosyal yaşantısında olsun, yaşadığı coğrafya ve kültür olsun bin bir tür unsurun etkisine maruz kalır ve bunlara tepki vermeyi öğrenir. Düşünen insanın bir diğer büyük gücü de özgür iradesiyle seçim hakkını kullanmak ve gelen etkiye verdiği tepkiyi seçmektir. Elindeki muza yanlışlıkla çarpan bir diğer insanı maymunların yaptığı gibi sorgu sualsiz pataklamak değil, durumu ve olayı analiz ve sentez ederek muhakeme eden ve sonra karar alarak tepkisini bilinçli verme halidir. İşte bu insanın zihinsel, duygusal ve ruhsal yönlerinin uyumlu birlikteliği ve denge halidir.
Kişi “”hayat okulu”nda yaşarken belli bir kişilik geliştirir ve yaşadığı tüm olumlu ve olumsuz şeylere bu kişiliği ile tepki verir. Çoğu zaman da kurulmuş gibi otomatik olarak ve uykudaymışçasına tepki verir. Bazen çok kötü tepkiler verir ve çevresindekileri ne denli kırdığının farkına varır. Utanarak ve üzülerek negatif yönünü tadar. Öğrendiklerinden yola çıkarak gelişmek için kararlar alır ve uygular.
Bazen de pozitif tepkilerinin insanların hayatlarına nasıl olumlu katkıda bulunduğunu görür ve bunlardan öğrenerek güçlü yanlarını nasıl fark yaratmak için kullanacağını öğrenir. Mutlu olur, takdir alır, ilgi görür, başarı hissini tadar. Bazen de bir evliya gibi davranmasına rağmen çevresindekilere geri bildirim vermediğinden onların öğrenmelerine fırsat vermediğini ve uzun vadede bunun kendine ve karşısındakilere zarar verdiğini görür. Bilgelik olmadan evliya olunmayacağını öğrenir. Bazen de kendini korumak adına bilinçli olarak zor insan maskesi takmak yerine sadece empati kurarak ve karşısındakine sorular sorarak ve sonra onu kalben anlayarak farklı yollar ile sonuca ulaşabileceğini öğrenir.
Kişi zıt uçlar arasında ekstremlere kaymamaya özen göstermelidir. Bu gerekliyse yaşanacaktır ancak aşırı uçlara kaymanın bedeli de maddi, manevi büyük olur.
Zıtlıklar ve denge bir paranın iki yüzü ve iki yüz arasındaki kalınlık gibidir. Her ikisine de ihtiyaç vardır ve kişi dengenin her iki tarafına salınarak kendisi ve yaşam için doğru kararlar vermeyi öğrenir. Hatta öyle bir an gelebilir ki, kişi tam denge noktasında hiçbir şeyden etkilenmeyerek kalmayı bile başarabilir. Ancak zamanla onu da öğrenir ki, mutlak denge noktası ancak Tek ve Bir olan Yaradan içindir ve esasında kişinin mutlak denge noktası olarak kaldığını sandığı nokta duygusal ağırlıklarını kendi içinde derine gömdüğü bir noktadır. Kişi Yaradan değildir. O’nun parçasıdır ama O değildir ve bu yüzden mutlak denge noktası insan için değildir.  Amaç sadece insan için o noktaya yakınlaşmaktır.
Kişi bu sahte mutlak denge noktasında kalabilmek için duygularından ve hayatından feragat eder. Hareket halinde olmanın getirdiği tecrübeler zincirinden öğrenme fırsatlarını kaçırır. Hareket halinde olan insan deneyen, hata yapan ve hatalarından ders alan insandır. Hayat coşkusu ve tutkusunu kaybeder. Sanar ki denge noktasından sapmak günahtır, çünkü o noktayı uzun çabalar ve tefekkür dolu yıllar sonucunda dengenin her iki tarafında birçok şey yaşayarak ve öğrenerek bulmuştur. Ancak mutlak denge noktasının insan için minimum varyans noktası olduğunu fark ettiği an rahatlar ve yaşamı olabildiğinde yaşamaya başlar. Varyans iki zıt uç arasındaki salınım miktarıdır ve amaç onun asgari kılmaktır. Mutlak denge diye bir şey yoktur. Denge noktası insan için zıt kutuplar arasında gelgitin en az olduğu noktadır.
Denge demek sanılım yok demek değil. Mutlak denge insan için değil. Bu arada zaman zaman salınım olabilir de çünkü insanız ve duygulara sahibiz. Bunları yaşamak ve onlardan öğrenmek lazım. Öğrenmeyecek ise ne diye bu yaşam? Önemli olan aşırı uçlara kaçmadan yaşamak ve doğru olanı yapmaktır. Amaç her ne olursa olsun, övgüden de sövgüden de etkilenmemektir. İyiden de kötülükten de etkilenmemektir. Tabii ki olaylar karşısında duygular yaşanacaktır, ancak önemli olan duyguları abartmadan yaşamak ve gece yatarken günlük elbiselerimizi çıkardığımız gibi çıkarıp dolaba koymaktır. İşte böyle bir insan için dengededir denebilir. Duyguları kabul ve tevazuyla yaşar ve sonlar onlar akar gider. Kendini duygulara ve yaşama kapatmaz.
Çok özel zamanlar olur ki bu dengedeki kişi denge noktasından uzaklaşabilir. Bu bilinçli bir uzaklaşmadır ve bazen gereklidir. Gün gelir dengede kalmak o an için doğru olmaz. Bazen savaşmak da gerekir. Bir zorba karşısında olduğu gibi. O zaman dengenin her iki tarafını da bilerek, bilinçli bir şekilde davranışını seçer. Cebinde taşıdığı erdemler torbasından gerekli olanı seçer ve uygular. Denge demek savaşmamak değildir. Yeri geldiğinde, doğru ve adil bir amaç uğruna savaşır ve ölmeyi bile göze alır. Örneğin sevdiklerini ve ülkesini korumak adına ülkesini işgal eden düşmana karşı kanının son damlasına dek savaşır ama savaşırken düşmanına bile adil davranır, doğru olmayan şeyi yapmaz. Mevlana’nın dediği gibi “elinde olsa bile günaha el sürmez” ve kul hakkı yemez”. İradesiyle elinizdeki gücü dengeli ve ölçülü kullanır. Yani hala denge noktasındadır ama doğru olanı yapmak için iç dengesini bozmadan “mış gibi yapar” ve bilinçli olarak bir role bürünür. Ama oynadığı rolüne kendini kaptırmaz ve onunla özdeşlezmez.
Böyle bir insan için yaşam zıtlıkların farklı kombinasyonlarının oluşturduğu bir çeşitlilik zenginliğidir. Bu zenginlik öğrenmek için en güzel fırsattır. Anı yaşar ve akışta kalır. “Gezen kurt aç kalmaz” misali hareket eder. Belli bir amacı ve ilkeleri vardır ve erdemlerle yaşar. Yaşar ve çevresine de ışık olur. Her bir andan, karşılaştığı her bir insandan öğrenir, yoluna devam eder.
Bir diğer tür denge vardır ki o da  görünen ile görünmeyenin dengelenmesidir. Görünen alemin arkasında daha da büyük bir görünmeyen alem vardır. Maddi ve mana alemi. Ya da dünya ve ahiret yaşamı. Dünyevi ve ruhsal yaşam...ne dersek diyelim ama bu iki alem arasında da bir denge vardır. Bazı insanlar vardır, dünya yaşamından koparak her an ruhsal alemde fikren yaşamayı sever. Diğerleri ise sadece eller havaya modunda diğer alemden koparak yaşar. Denge her iki tarafı da bilip denge halinde yaşamaktır. Amaç ne dünya nimetlerinden elini çekmek, ne de  kendini tatmin etmek için arzu ve hırslara fazlasıyla bağlanmaktır.
Big Bang Teorisi ile evrenin ilk yaradılış anına gittiğimizde her şeyin fiziken tek bir noktadan, bir denge noktasından ani bir patlayışla oluştuğu görüyoruz. İlginçtir ki, henüz modern fizik ve astronominin ortaya çıkmasından 5.000 yıl önce dünyanın  farklı köşelerindeki kadim metinler evrendeki her şeyin bir teklik halinden ortaya çıktığını ve sonrasında zıtlıkların dansının egemen olduğu bir çoklu tezahür ortamından bahseder. Bu açıdan baktığımızda denge demek her şeyin o ilk doğum anına bir an için geri dönmüş gibi yapmaktır.
Yaşamınızda her an sağlık, mutluluk, huzur dolu yaşayın, sevgi ve barış içinde kalın, ahenkli ve dengeli olun.
Sevgiler,
Kenan
Copyright © 2013  Yayın hakları Kenan Kolday'a aittir, izin alınmadan kullanılamaz.