28 Haziran 2013 Cuma

Ölmeden Önce Ölmek

Kaldır kendini aradan, ortaya çıksın yaradan
Anonim
“Ölmeden önce ölmek” sanırım birçok insana ilk okuyuşta çok garip ve hatta anlamsız gelebilir. Ancak sözlerin daha derinlerdeki anlamını kavradıkça değişik ve zengin bir bakış açısını görürüz.
Öncelikle söylemek istiyorum ki bu negatif ve kötü bir deyim değildir. Tasavvuf’ta “ten kafesinden kurtulmak”, “vahdet-i vücut”, “hakka ermek”, “teklikte erimek” şeklinde de anlatılan “kamil insan olma” yolunda ilerleyen kişinin “fenafillah” olarak adlandırılan ölmeden önce ölmesinden bahsedilir. Bu bedende yaşarken, fiziksel değil zihinsel olarak bir değişim geçiren insanı için kullanılır. Uyuyarak kendini ve çevresini bilmeden yaşayan bir insandan, uyanmış ve tam farkındalıkla ve hakikat bilgisiyle yaşamaya başlayan bir insanı temsil eder. Sufizm’den etkilenmiş ve Gurdjieff’in öğrencisi olan Osho da yakın zaman önce bu konuda bir kitap yazmıştır.
Günlük yaşamın koşturmacasında günü kurtarmaya çalışan insan, ölümü ve ölümle birlikte dünya yaşamındaki faniliğini ancak bir yakını, arkadaşı, tanıdığı bu dünyadan göç ettiği zaman cenaze namazı kılarken düşünür. O an kendi iç hesaplaşmasını yapar. Cenazenin mezarlıkta toprağa verilmesi ile birlikte yakılan ağıtlar, söylenen dini sözler ve edilen dualar eşliğinde,  her küreğin mezara attığı biraz daha fazla toprağın kalıcı olarak uğurladığı kefen içindeki beden ile bu düşünceler ve getirdiği ruhani duygular en üst noktaya ulaşır. Kişi kendisinin, hayatın, sahip olduğu mal, mülk, makam, ilişkiler vs her şeyin geçici olduğunu ve yaşamında herhangi bir anda Azrail’in gelişiyle bu geçici olarak sahip olmasına izin verilen şeylerden mahrum kalacağını tüm hücreleriyle ve bilinciyle anlar, Allah’a dua eder, sığınır.
O gün sonunda çekilen güzel bir uyku ile de bir diğer cenaze namazına ve ya bir vefat haberi alınana dek birçok insan bir daha yukarıdaki paragrafta betimlenen o cenaze töreni sırasında yaşanan his, duygular ve iç hesaplaşmaları bir daha yaşamadan normal hayatının akışındaki seyrine dalar gider. Bir nevi Matrix’in dibinde yaşamaya ve sahip olduğunu sandığı geçici oyuncaklarıyla oynar durur. Geçici şeylerle mutlu olduğunu sanır ama hiç de olmaz. (http://www.naacel.blogspot.co.uk/2013/05/matrixten-kacs.html)
Ancak çok az kişiye nasip olan bir hal olan “ölmeden önce ölmek” hali ise uyanmış ve farkındalıkla yaşamanı bilinçlice sürdüren az sayıda insana verilmiş bir fırsattır. Bu insan kim olduğunu ve hayat amacını bilir, buna göre yaşar. İçinde yaşadığı çevre ve evrensel düzeni anlar, onunla uyum ve denge içinde yaşar. Rüzgarın önünde bilinçsizce yuvarlanıp giden yaprak değildir. Böyle bir insan elinde her zaman AYNA ile yürüyen bir kişidir. Sadece cenaze vb gibi özel anlarda değil, nefes aldığı her an hayattan,  kendisi ve çevresindekilerin başına gelen iyi ve kötü olaylardan ve eylemlerinin sonuçlarından ders çıkaran bir insandır. Sadece özel zamanlarda kendine AYNA tutmaz, nefes aldığı her an kendisine AYNA tutar. Tuttuğu ayna ona her zaman istediğini değil, gerçeği %100 doğru ve tüm açıklığıyla gösterir ve bu AYNA’daki kendi yansımasıyla her an yüzleşebilen bir insandır. Hatta bu yüzleşmenin de ötesinde o yüzleşmeden aksiyon çıkarıp bunu hayatında uygulamış ve kendini tüm bağımlılık, korku, endişe, kaygı, tutku, hırslar, olumsuz duygular, cehalet, batıl inanç, saplantılar, dogmalar, bağnazlık, önyargılar, yıkıcı duygular ve düşünceler ve maskelerden kurtarmış bir insandır. Yani doğduğu andan itibaren yazılmaya başlayan ve 0-7 yaş arasında büyük kısmı şekillenen kişilik yazılımını kırmış ve yeniden kamil insan özellikleriyle yazmış olan bir insandır.  Henüz kemale varmamıştır ama bunun için gerekli bilgelikle kendini donatmış ve her bir hikmetini geliştirmektedir. Böyle bir kişi bilgedir ve kendi bedeninde YENİDEN DOĞMUŞtur.
Bu doğum fiziksel bir doğum değil, zihinsel bir doğumdur. Başı gökte, ayakları yerdedir, yani hem ruhani bir hayat yaşar ve evrensel yasalarla ve Allah’ın buyrukları ile uyumludur, hem de bir münzevi gibi mağaraya tefekkür için çekilmeyip gündelik yaşamın içinde cesaretle yürümekte ve “gezen kurt aç kalmaz” misali hareket halinde her bir şeyden öğrenmektedir. Her şeyi bir deneyim olarak görüp hayatı bir öğrenme fırsatı verilen evrensel bir tiyatro olarak görür. Yaşam muhasebesini sadece yaşamının her karesinin gözlerinin önünden aktığı o ölüm anında değil, her gün yapan bir insandır o. Feyz alır ve ışık olur çevresine.
Bu kişi için dünya bir misafirhane, beden ise bir emanettir. Herhangi bir anda ölüm ile kucaklaşabileceğini ve ondan kaçış olmadığını bilerek yaşar ama ölecek diye de endişe ederek kendisini yaşama kapatmaz.  Denge halindedir. Hareketlerinde ölçülüdür. Tüm coşkusu ve yüksek enerjisiyle anı yaşar, tam bir konsantrasyon halinde hiç bir şeyi dikkatinden kaçırmaz. Olumlu ve olumsuz her şeye minnet eder, “eyvallah” der. Çevresindeki canlı ve cansız her şeyin kendisinin de geldiği kaynaktan olduğunu bilerek, yaradandan ötürü onları sever. Zıtlıkların birliğini içinde bütünlemiştir ve her şeyi O’nun farklı tezahürleri ve çokluktaki teklik olarak görür. Her şeye koşulsuz bir kabul, takdir, minnet, sevgi ve şefkat ile bakar. Hint felsefesinde Samadhi halini anlatmak için kullanılan söz gibi, artık “gözleyen değil gözlenen” olmuştur. Bir tanıklık hali ile akar ve hiçbir şeyin dengesini bozmasına izin vermez. Miyamoto Musashi’nin bahsettiği sarsılmaz bir irade ve dinginliğe sahiptir o. Çevresindeki canlı/cansız her şeyi ilahi bir sevgi ile takdir eder. Zıtlıklar arasında gidip gelmez ve bilgeliğinden ötürü dengede kalır. Ne övgüden ne de sövgüden etkilenir. Ancak yeri geldiğinde de “mış gibi” yapması ve rolünü oynayarak duruma müdahale etmesi gerekiyorsa da, bunu yapar ve rolünü oynarken rolüyle özdeşleşmeden ve rolünden etkilenmeden bunu yapar.
Özetle kendini bilen ve farkındalıkla bilinçli bir yaşam süren, ahenk ve denge içinde kendi içsel ve evrensel dinamiklerle uyumlu bir yaşam süren bir insanı temsil eder bu söz. “Ölmeden evvel ölenler, nefsî arzularını hayatta iken terk etmeyi başarıp, Allah'ın küllî iradesine tabi olurlar”. Ölmeden önce ölenler kişilik yazılımlarını kırmış, doğum anındaki saf ve bütün “ÖZ”leriyle bir olmuştur.
Kişiliklerinin sahte maskeleri yoktur ve ego kilidini kırmışlardır. Kişiyi korumak için orada olan ve o ana kadar kişiye köle gibi hükmeden ego artık bu kişinin müttefiki olmuştur. Ego artık cüzi iradenin değil, külli iradenin hizmetindedir. Bu kişi miracını bu dünyadayken yapmıştır.
Bunu herkes yapabilir. Unutmayın bir kişi yaptıysa herkes yapabilir. Yeter ki yapmanın reçetesini bilin ve iradeyle uygulayın. ( http://www.naacel.blogspot.co.uk/2013/06/nedir-su-cekim-yasasi-dedikleribolum-2.html )
Yaşamınızda her an sağlık, mutluluk, huzur dolu yaşayın, sevgi ve barış içinde kalın, ahenkli ve dengeli olun.
Sevgiler,
Kenan

24 Haziran 2013 Pazartesi

Nedir şu ÇEKİM YASASI dedikleri...(Bölüm 2)

“Bir hardal tohumu kadar imanınız olsa,  şu karşıdaki dağa “kalk, git!” deseniz, o dağ kalkar gider”
Hz.İsa
Aynı isimle yayımladığım bir önceki yazımın devamıdır. “Secret” veya “çekim yasası” dendi durdu ve formül hep basite indirgendi. Aslında bana gore formül hem kolay hem de zor. Kolay olsa zaten herkes “kelin merhemi olsa başına surer” misali yapardı. Ama zor olsa da kimse yapamazdı. İşin püf noktası ne yapacağını bilmekte ve sürekli iradeyle uygulamakta.

Bu güzel bilgilerin insanoğlunun gelişen teknolojik imkanlarına paralel olarak büyüyen ve tekrar çiçek açan zihinsel ve ruhsal dünyasına yaptığı katkılar kesinlikle inanılmazdır. Zira insanoğlu geldiği kaynağın potansiyelini her be an kendi içinde kinetiğe dönüştürme imkanına sahip bir varlıktır. Ancak çekim yasası ile verilen reçetede bana göre bazı eksiklikler vardır.  Dilimin ve bilinç seviyemin elverdiği ölçüde anlatmaya çalışayım...

·         ZİHİNSELLİK - Hayattaki her şey zihinseldir. 5 duyu ile algıladığımız bu 3 boyutlu evren bir şizofren için apayrı algılanan ve yorumlanan bir dünyadır. Kim bilebilir ki Matrix filmindeki gibi zihnimizin oyununa kurban gittiğimiz bir dünyada yaşamıyoruz?  Zihin maddesel dünyayı algılama biçimimizi belirler. Her şey bir enerjidir ve madde de enerjinin E=mc2 formülünde verildiği gibi daha az süptil bir formudur. Bu yüzden düşüncelerimiz maddeye etki eder. İsteklerimiz madde üstünde bir enerjik etki bırakır. Etki tepki yasası süptil boyutlarda da işlev görür.
·         İSTEK - Kişinin öncelikle ne istediğini bilmesi temel şarttır. Yönünü bilmeyen yolunu bulamaz, sonuca ise hiç ulaşamaz.  Tarihteki kötü ama etkili liderler bile ne yapmak istediklerini bilerek hareket etmişlerdir.
·         NETLİK – İstek net olmalıdır. “O mu, bu mu?” gibi bir muğlaklık ve kesin olmama durumu sizin odaklanma becerinizi azaltır. İsteklerin gerçekleşme süreci bilinç altı tarafından yönetilir ve odaklanmanız bilinç altınıza ne istediğinizi söyler. Net ve kesin olmama durumu süreci başından yaralar. 
·         HAK EDİŞ – Eğer bir şeyi istiyorsanız, onu yapabilme potansiyeline sahip olduğunuz içindir. Bu dünyadaki yaşam amacınız doğrultusunda olduğu içindir. Hayat sınavında onu yapabilecek olduğunuz içindir.
·         BOLLUK BİLİNCİ – Genelde insanlar olaylara olumsuz yönden bakar ve “neden sadece bana gelsin ki?” der. Bu kıtlık bilinci ile düşünmektir ve evrende her şeyin az ve kıt olduğunu ve bunun da sadece az bir zümreye şans eseri verildiğini düşünmektir. Aslında evrende her şey boldur. Hiç bir şey yoktan var olmaz ama dönüşür. Modern fiziğin temel parçacık arayışı ile M Kuramı’nda bahsedilen süre sicim adlı titreşimler her şeye dönüşebilir, yeter ki nasıl yapacağınızı bilin.  Evrendeki sonsuz döngüler içinde her şey başlar ve biter. Her bitiş yeniye bir başlangıçtır ve bu da “DÖNÜŞÜM”dür. Yani evrende her şeye yetecek malzeme vardır, ama sadece sizin istediğiniz an size gelmek için hazır değildir.
·         NİYET - Buradaki istek doğal olarak bir egoyla veya hayvansal bir dürtüyle sahip olmanın kaba ve düşük seviyeli hırsı değil, bir çocuğun hayallerine ulaşmak için dua etmesi gibi saf ve temiz olması şeklinde olursa en güzelidir. Hint Felsefesi’ndeki “karma yoga”da bahsedildiği gibi sonuçlarının meyvelerinden faydalanmak için değil, sadece doğru olanı yapmak için duyulan istektir. Kötü niyetli istekler de cevap bulur ama uzun vadede yıkım getirir.
·         İMAN - Diğer şart ise istediğin şeyi ne kadar çok hayata geçirmek istediğindir. Bir çok insan hayatta her şeyi ister durur. Daha iyi bir araba, daha çok para, daha iyi bir konum vs vs. Bu liste uzar da gider. Ancak kilit nokta istediğiniz şeyi ne kadar çok istediğinizdir. Ne kadar kalpten istediğinizdir. Normal bir istek ile kalpten gelen istek arasında dağlar kadar fark vardır. İsa kendisinin mucizelerine gözleriyle görmelerine rağmen inanamayan Havarilerine “bir hardal tohumu kadar imanınız olsa,  şu karşıdaki dağa “kalk, git!” deseniz, o dağ kalkar gider” demiştir. Mucizeler inananlarındır.
·         ÇABA-  İstemek ve kalpten istemek önemli. Ama sadece istemek ama hiçbir şey yapmamak hiçbir sonuç vermez. Potansiyelin kinetiğe dönüşmesi için bir çaba, bir eylem gerekir. Evrendeki her şey bir denge içindedir, ta ki o denge yeni bir denge kurulması için bozulana dek. Bozulan denge zıt kutupların ortak noktayı bulmaları ile yeni bir denge haline girer. Bu denge geçici bir dengedir ve mutlak denge (Dharma)  değildir.  Kimse oturduğu yerden çabasız bir şeye sahip olamaz.
·         SÜREKLİ ÇABA – Biraz çaba gösterip sonra “off ya, olmadı” diyerek küsmek ve çabaya devam etmemek olmaz. Süreklilik önemlidir. Kutupsallık yasası gereği evrendeki her şey zıtlıklar arasında salınır durur. Zıtlıklar var olmadan zaten hiç bir şey var olamaz. Çaba ilerlemek için olmazsa olmazdır. Tekamül zıtlıklar arasında salınmak ile olur. Zıtlıklar olmasa tekamül olmazdı, evren olmazdı. Amaç zıtlıklar arasında salınarak kişinin denge noktasını öğrenmesi ve her 2 tarafı da bilerek bilinçli kararlar vermesidir. Sürekli çaba ile kişi ne zaman ilerlemesi, ne zaman geri çekilmesi gerektiğini öğrenir ve koşullara uyum sağlama becerisi geliştirir. Koşullara uyum ile çabasının sürekliliğini sağlar. Yani işlerin kötü gitmesi halinde bile duruma uyum sağlayarak çabasını uzun vadeli planları ışığında sürdürür. Sanmayalım ki, geçmişin efsanevi kahramanları ve büyük devlet adamları hiçbir zorluk olmadan öylece o büyük başarılara imza attılar. Onlar gelen zorluklar karşısında yılmadan mevcut koşullara uyum sağladılar ve şartları fırsata çevirdiler. En önemli güçleri çelikten İRADEleriydi.
·         İRADE – Sürekli çaba gösterilse bile inişli çıkışlı olduğu anda şüphe var demektir. Çelikten ve sarsılmaz bir irade çabanın sürekliliğini sağlar. Oku tahtada 12’den vurmak ve her seferinde 12’den vurmak ayrı şeylerdir. 2ncisi uzun ve iradeli bir çalışma ister. Bu tür bir mükemmelliğe ulaşmak için 10.000 saat çalışılması gerektiği söylenir.
·         ZAMAN - İstedik, hem de kalpten istedik ve bu istek için çabalamaya başladık. Bu da yetmez. Evrende her şey tekamül için vardır ve her şey tekamül eder. Yaşanan her şey kişinin tekamülü içindir. Herkes kendi eksiklikleri ile sınanır. Her şey bir hak ediştir, bir çekimdir. İstek ve netlik olsa bile istediğin şey  gelmesi gereken zamanda ve yerde gelecektir. Sen ne zaman hazırsan evren sana bunu sunar. Bu Gebelik Yasasıdır, Kuluçka Yasası.  Her şeyin bir zamanı vardır. Bir şeyin gelişmesi için bir bebeğin emeklemesi, yürümesi ve koşması misali zaman ve çaba gereklidir. Aksini beklemek saflık olur. Tabii bu arada mucizelere de yapabilenler için yer vardır.
·         KISMET – Her istenen şey ille de olacak diye bir şey yok. Takdir ilahidir ve her şey bir hak ediştir. Yani bir nevi kısmettir. Siz sadece gerekli olanı, doğru olanı yapın, elinizden geleni yapın. Gerisi etki alanınızın dışındadır ve Allah’a kalmıştır.
·         HAZIR OLMAK – İstemek kolaydır ama “Makyavel’in dediği gibi talih sizi bulduğunda ona uzanıp alabilecek erdeme sahip olmalısınız. Bu hazır olmaktır. Bir çok insan çevresine sevgi vermeyi bilir ama birisi onu o denli sevince bu sefer sevgiyi almayı bilemez. Türk kültüründe bu bariz olarak gözükür. Tolerans, tevazu, minnet ile yetişen bizler, iş sevgi vermeye gelince kasılır kalırız. Ama her şey çift yönlüdür ve vermek kadar almak da vardır.
·         ANI YAŞAMAK ve FIRSATA ÇEVİRMEK – İstediğinize şeye ulaşmak için bir çok fırsat ayağınıza gelecektir. Ya da ona ulaşmak için bazı ara kapılar size görünecektir. Bunları görmek ve gelen fırsatı değerlendirmek için gözünüz açık olmalı ve anı yaşamalısınız.
·         MİNNET – Hayatınıza hayallerini çekmek bir lütuftur. Bunu çeken siz değilsinizdir, zira geçici ve sonlu olan kalıcı bir mutluluk elde edemez, bir şeye sahip olamaz. İsteğinizi hayatınıza çekmenize izin verilmiştir sadece. Her şey Tanrı’nın isteği ile olur. Hayatın iniş çıkışları içinde geçici bir an sahip olmanıza izin verilen şey için önce teşekkür sonra minnet etmek gerekir. Hatta istediğinizi hayatınıza çekemediyseniz bile “Teşekkür ederim” demek gerekir.  Sahip olduğunuz şey sadece bir an sizin içindir ve geçicidir. Bu yüzden minnet etmeli.
·         SÜREKLİ ÖĞRENMEK – Öğrenme olmaksızın ilerlemek tek yöne bilet almak gibidir. İnsan çabalar ve öğrenir. Doğru veya yanlış yoktur. Hata yada doğru da yoktur. Sadece deneyim vardır.  Öğrenen insan ise yeniden denemek için ilham alır ve neyi nasıl farklı yağacağını öğrenir.
·         PAYLAŞMAK – Güzellikler sadece tek bir insan için değil, herkes içindir. Herkes elindekini paylaşırsa hayat güzeldir. “Gül veren elde kokusu kalır” diye bir söz vardır. Elinizdekini verin ki, hayat da size geri versin. Ama tabii ki almak için vermeyin. Alabilmek için küfenizi boşaltın, paylaşın.
·         TEKAMÜL – Tekamül etmek zihinseldir ve kişinin bilinç seviyesini artmasıyla olur. Gelişen bilinç de kişinin titreşim seviyesini etkiler. Hayatta her şey modern fizikteki M Kuramı’nın da artık söylemeye başladığı gibi en temel evrensel parçacık olan titreşimdir. Tekamül seviyesi arttıkça titreşiminiz de artar ve hayatınıza daha çok iyilik, güzellik çekersiniz.

Bilmekte yapmaya geçmek en zoru. Sen yapıyor musun bunları dersen, cevabım “her gün daha fazla çabalıyorum” olur. Çabaladıkça da öğreniyorum. Ne yaptığımın cevabını çevremdekiler ve Allah verebilir.
“Ne ekersen onu biçersin” demiş atalarımız. Zira “düşüncelerimizden bile sorumluyuz”. “Güneş altında söylenmemiş söz yoktur”. O yüzden sadece iyilik, mutluluk, huzur, barış ve sevgi ekelim.
Sevgiler,
Kenan

19 Haziran 2013 Çarşamba

Nedir şu ÇEKİM YASASI dedikleri... (Bölüm 1)

“Düşüncelerinizden bile sorumlusunuz”
Anonim

SECRET isimli kitap ve sonrası çıkan film sonrası ÇEKİM YASASI son 10 yıl içinde en çok konuşulan konulardan biri oldu. İnsanoğlu her zaman geleceği merak etmiş ve gelecekteki olaylar, kendi kaderi üstünde kontrol sahibi olmak istemiştir. Bunun temel sebebi de acı ve üzüntüden kaçmak, kendi kişisel mutluluğunu garanti altına almaktır. Aristo’nun söylediği gibi herkes kendi özgün bakış açısından, kendisini mutlu etmek için çalışır. Herkes kendi açısından doğru olduğuna inandığı şeyi yapar. Bu mutluluk kalıcı olsun ister. Bu yüzden mutlu olan şeyleri çekmekten bahsetmek ve bunun formülünü vermek doğal olarak insanlara çok çekici geldi ve gelmektedir.

Çekim yasası yeni bir şey değil, tam tersine yüzyıllardır az sayıda inisiye tarafından bilinen ve teurji, simya, mistizm gibi ekoller ve ezoterik cemiyetler tarafından bilinçli olarak kullanılan bir evrensel kuraldır.  Esasında zihnin bilinçli kullanımı ile mevcut kozmik yasalar ışığında meydana getirme sanatıdır. Çekim ile kendinize doğru istediğiniz şeyi çekmek kastedilmektedir. 1800’lü yılların sonunda endüstriyel devrim ile bireyselleşen ve maddesel hayatın tatlı derinliklerine batmakta Batı dünyasında ilginç bir ruhsal uyanma oldu. Bu uyanma hem Mısır kökenli Hermetik Felsefe ve Simya’nın çeşitli ezoterik cemiyetler vasıtasıyla yeniden gündelik hayatta kullanılması, hem de bunu izleyen 1900’lü yılların başından Uzak Doğu’dan birçok yogi ve üstadın Batı dünyasına göçleri ve orada eğitimler vermeleriyle başladı.  Bu arada bir çok Batılı düşünür, filozof ve bilim adamı da Mısır ve Uzak Doğu başta olmak üzere kadim bilgilerin peşinde bu bölgelere gittiler. Bu vesileyle güzel dünyamız üstündeki ruhsal ve maddesel ekoller uzun zamandır kopuk olmaları sonrası tekrar birbirlerinden feyz almaya ve etkileşimde bulunmaya başladılar. Bu birleşim aslında insanın İskenderiye Kütüphanesi’nin MS 4ncü yy’da son defa yıkılmasıyla başlayan ve matbaanın keşfi ile bilgini tekrar açık paylaşıma açıldığı yıllara dek süren 1300 yıllık “bilginin karanlık çağı” sonrası gelen bir uyanıştı. Akıl, beden ve ruh üçlüsünden oluşan insanın, bedeni dışından ihmal ettiği, hatta unuttuğu ruh ve zihnini tekrar hatırlamasıydı bu uyanış.

Çekim yasası insanın unuttuğu zihinsel gücüyle alakalıydı. Zihinsel güç sadece insanı hayvandan ayıran düşünme faaliyeti değil, sahip olduğu zihinsel yaratıcılık faaliyetine de sahip çıkmasıydı. İnsan evrensel yasalardan birisi olan etki-tepki yasasının basit bir kurbanı değil, ona verilen akıl ile etki-tepki zinciri arasına kendisi için doğru olanı seçme özgürlüğüne sahip bir varlıktı. http://www.naacel.blogspot.co.uk/2013/05/matrixten-kacs.html . İnsan aklı ile çevresine ve evrene uyumlanabilirdi. Sadece seçim yapmak değil aynı zamanda inanç, niyet, zihinsel çaba, imgeleme gibi tekniklerle hayallerini gerçekleştirme gücüne de sahipti. Yani kişinin önce ne istediğini bilmesi, ve bunu yeterince istemesi ve bu isteğini gözünde canlandırması, o an yaşıyor gibi 5 duyusunu kullanarak amacını devamlı hatırlaması kişiye istediği ve hayal ettiği şeyleri çekmesine izin veriyordu. Eğer bir şeyi hayatınıza çekemediyseniz o zaman yeterince istemişsinizdir demekti.

Hepsi buraya kadar doğru ama eksiklikler var. Bunları da bir sonraki yazımda anlatacağım.

Sağlık, mutluluk, huzur dolu yaşayın, sevgi ve barış içinde kalın.
Kenan

17 Haziran 2013 Pazartesi

Origami ve Çokluktaki Teklik

“Sen bensin işte, ben senim işte. Ne diye bu direnme, ne diye?”
Hz.Mevlana

Origami Japon “kağıt katlama sanatı”dır. Genel olarak kara kağıt parçalarını, kesmeden ve yapıştırmadan, sadece katlama tekniklerini kullanarak doğada gördüğümüz çeşitli şekilleri oluşturmaya yarayan bir el sanatıdır. Genellikle kare kağıtlar kullanılmasına karşın, dikdörtgen kağıtlar da kullanılarak da origami yapılabilir. Kağıt katlamayla birlikte kesme işlemi de kullanılan kağıt katlama sanatına ise “krigami” denir.

Ben küçükken TRT’nin bir sabah programı vardı ve her programda origami ile çeşitli canlı ve cansız figürlerin yapımı öğretilirdi. Her program sonrası yaptığım şekillerle ne kadar da mutlu olur ve gurur duyardım, hala hatırlarım. Ve sabah erken saatte sadece o program için kalkar, kağıtlarımı hazırlar, beklerdim.
Peki nedir bu origami sanatını bu denli özel kılan? Benim için origamiyi özel kılan tabii ki çocukluk anılarım değil. Öncelikle origami’de malzeme sadece tek bir parça kağıt ve aynı ve tek bir malzemeden sadece kağıt katlama tekniklerini kullanarak çok farklı, çeşit çeşit canlı ve cansız şekiller yapmak mümkün. Daha da güzeli tek bir kağıttan 3 boyutlu şekiller çıkarmak. Ne kadar çok farklı şekil çıkarabildiğiniz kağıt katlama tekniklerini bilmenize ve sonra da hayal gücünüze kalmış. Doğru teknikleri farklı kombinasyonlarda kullanarak, hiç yapılmamış bir şekli bile yapabilirsiniz.
Origami’nin “Çokluktaki Teklik” ile alakası ne peki? Öncelikle çokluktaki teklik kavramını açıklamak bu noktada iyi olur. Kadim Hint, Çin, Japon felsefeleri, Hermetik Felsefe, Kabala, Sufizm ve Tasavvuf bunu farklı şekillerde anlatır.  Tanrı tektir ve yaşadığımız evrendeki her şeyi yaratmıştır. Her şey O’ndan gelir ve ona dönecektir. Tanrı her yerdedir ve kendini tezahür eden her şeyde gösterir. Tasavvuf’ta “vahdet-i vücud” yani varlıkların birliği olarak geçer. Vahdet “birlik”, “teklik” anlamına gelir. Özellikle belirmek gerekir ki, vahdet-i vücut kavramı Spinoza’nın Panteist görüşünden farklı olarak Endülüs İspanya’sında yaşamış olan mutasavvıf Muhyiddin İbn Arabi’nin Pan-enteist görüşüne denk gelmektedir. Yani Panteizm’in evreni Tanrı’ya denk kabul eden görüşü, gerek dinimizde gerekse Pan-enteist inanç sistemlerinde Evrenin Tanrı’dan sudur ettiği şeklindedir. Kur’an’da İhlas Suresi’nin 4ncü ayetinde buyrulan “Ve lem yekun lehû kufuven eHad”  (mealen “ Hiçbir mahluk O’na denk olamadı”) her şeyin O’ndan geldiği ve O’nun parçası olduğunu teyit eder.  Vahdet-i Vücut kavramını bir nevi okyanustan ayrılan bir damlanın tekrar okyanusa dönmesi sonucu okyanus içinde eriyip gitmesi örneği ile ele alabiliriz. Damla okyanustan ayrıldıktan sonra geldiği bütünlüğü hatırlamaz ama hatırlayınca da o bütünlüğün özlemiyle tutuşup durur. Damla okyanusun gücüne sahip değildir ama onu anlar ve minnet eder. Ne zaman o damla okyanusa geri dönerse okyanusun içine karışır ve bütünleşir.

Modern fizik, önce 20 yy başlarında Einstein’ın Rölativite Teorisi ve sonrasında Kuantum Teorisi ile ayrılarak Newton Fiziği’nden farklı bir yöne sapmış ve eski determinist fizik anlayışından indeterminist bir anlayışa geçmiştir. Determinist bakış açısının katı neden sonuç ilişkisi artık kendini ihtimaller ışığında bir neden sonuç sonuç ilişkisine bırakmıştır. Ancak 1970’lerde Süper Simetri Teorisi’nin ortaya çıkmasına dek atom ve atom altı parçacıklar dünyasını açıklayan Kuantum Fiziği ile gezegenler gibi büyük çaplı parçaların hareketlerini açıklayan Rölativite Teorisi birleştirilememiştir. 1970’ler sonrası 1984’te Süper Sicim kuramı evrendeki her şeyin kuark, lepton ve bozonlardan oluştuğunu ve bunların “rezonans frekansında titreşen Planck uzunluğundaki (yaklaşık 10-33 m) sicimleri”nden oluştuğunu ortaya attı. Bu şekilde uzun zamandır Simyagerlerin aradığı ilk maddeye (materia prima) de yaklaşılmış oldu.  oldu. 1995’te ortaya çıkan ve “Her Şeyin Teorisi” olarak adlandırılan M Kuramı ise 5 farklı Süper Sicim Teorisi’ni tek bir kuramda toplayarak içinde yaşadığımız evreni 11 boyutlu biz uzayda yüzen bir ZAR (MEMBRANE) olarak tanımladı. Fizikteki bu gelişmelere bakıldığında her şeyin ardında yatan temel fiziksel parçacığa ulaşmaya bir adım daha yaklaşıldı. Yani evrendeki her şeyin bu temel parçacık olan süper sicimlerin farklı rezonanslarda titreşmesi sonucu ortaya çıkan 4 temel evrensel kuvvet ve bunların farklı kombinasyonları ile oluşturduğu farklı cisimler olduğu ortaya çıkıyor.  Modern fiziğin materia prima’sı olan süper sicimleri Origami’nin kağıt parçalarıdır.
O zaman tekrar “sen bensin işte, ben senim işte” diyerek çokluktaki teklik kavramını gayet güzel açıklayan Hz. Mevlana’ya kulak vermek bizi bir nebze aydınlatır.
“Beri gel, daha beri, daha beri.Bu yol vuruculuk nereye dek böyle?
Bu hır gür, bu savaş nereye dek? Sen bensin işte, ben senim işte.
Ne diye bu direnme böyle, ne diye?
Ne diye aydınlıktan kaçar aydınlık, ne diye?
Topumuz bir tek olgun kişiyiz, bir tek, ne diye böyle şaşı olmuşuz, ne diye?
Zengin yoksulu hor görür, ne diye? Sağ soluna yan bakar, ne diye?
İkisi de senin elin, ikisi de, peki, kutlu ne, kutsuz ne?
Topumuz bir tek inciyiz, bir tek. başımız da tek, aklımız da tek.
Ne diye iki görür olup kalmışız iki büklüm gök kubbenin altında, ne diye?
Sen habire gevele dur bakalım, habire 'usul boylu birlik çam ağacı' de, sonu nereye varır bunun, nereye?”

Sağlık, mutluluk, huzur dolu yaşayın, sevgi ve barış içinde kalın.
Kenan Kolday

13 Haziran 2013 Perşembe

Kendi Geleceğini Şekillendir

Öğrenci hazır olduğunda, öğretmen gelecektir
Kybalion

Gelecek ne kadar tatlıdır. Pek çok insan için gelecek, ne geçmişin hatalarını ve yüklerini barındırır ne de şimdiki anın sorumluluğunu. İsteğe göre değişebilecek ve zihni rahatlatan tatlı bir hayaldir sanki. Ama bugün de bir gün gelecek olacaktır aynı geçmişin bugüne dönüşmesi gibi. Geleceği şekillendirmek için tek imkan şimdiyi kullanmaktır. Şimdiyi kullanırken de geçmişten feyz almak önemlidir.

Haziran ve Temmuz ayları birçok profesyonel firma için yarıyıl performans değerlendirme dönemidir. Bazı firmalar tek yönlü geri bildirim esasına dayanan sistemler kullanırken, bazıları da 360 derece değerlendirme olarak adlandırılan ve kişiyi içinde bulunduğu çevrenin bütünü içinde değerlendiren sistemler kullanırlar. İlginçtir ki, hayatın kendisi de 360 derece geri bildirim esasına dayanır. İnsan; akıl, beden ve ruhtan oluşan, maddi ve manevi unsurlara sahip bir canlıdır.  Ve her insan bir topluluk içinde yaşar, onun parçasıdır. Bunun da ötesinde içinde yaşadığı doğanın bir parçasıdır. Yani kişi, iç sesi ve egosu ile başlayan ve sonra çevrelendiği topluluklardan gelen geri bildirimlerle devam eden ve parçası olduğu yaşamın ona verdiği sessiz mesajlarla sarmalanmıştır. Bu mesajlar geçmişteki eylemlerimiz sonucu oluşturduğumuz kendi projeksiyonumuz ile ilgilidir.  Bu mesajlara bakarak geçmişten feyz alınabilir.

Mesajlar her an, her yerdedir. Hayatın kendisi her yönden bizi 360 derece mesajlarla uyarır, bizi sınar, ışık verir. Bu mesajlar bir velinimettir. http://www.naacel.blogspot.com/2013/05/karslasmalar-oyunu.html linkinden ulaşabileceğiniz “Karşılaşmalar Oyunu” isimli yazımda da belirttiğim gibi bu yaşam tiyatrosunda her geri bildirim bizlere bir gelişim fırsatıdır, nimettir. Çünkü yaşam dinamiktir ve her an hareket halindedir. Bu hareket tekamül içindir. Her şey tekamül eder ve bunun için vardır. Tekamül etmek ise ancak öğrenmeye açık olmakla ve öğrenme fırsatlarının değerlendirerek olur. Her bir fırsattan öğrenmek için ise yargılayan bir zihin yapısı değil, öğrenen bir zihin yapısına sahip olmak iyidir. Her 2 yapıda da öğrenilebilir ama açık olmak her zaman daha iyidir. Bir bebeğin araştırma ve sonsuz öğrenme isteği ve merakıyla ancak gelen mesajların içeriği tarafsız ve net bir şekilde alınabilir.

Doğanın uyandığı ilkbahar sonrası 21 Haziran günü, en uzun gündüz olmasının ötesinde önemlidir. 21 Haziran’da saat 12:00’de gölgeler en kısa halini alır. Gölge ile sadece güneşin yerde aksettirdiği kendi gölgemizi değil, iç dünyamızda gölgede kalan, bilmediğimiz yönlerimizi de kastediyorum. Bu gölgeleri öğrenebilmek ve gün ışığına çıkarmak için gerek iç sesimizi, gerekse çevremizdekilerin geri bildirimlerini ve gerekse de hatayın saklı mesajlarını okumak lazımdır.

21 Haziran ile 2013’ün ilk 6 ayının sonuna geliyoruz ve önümüzde koskoca bir 6 ay daha var.Bu 180 gün hayatımızda birçok şeyler yapabileceğimiz büyük bir zaman dilimidir. Ancak zaman rölatiftir ve güzel zaman kolay geçer, yıllar yılları kovalar ve bir bakmışız ki geride kalan yıllar içinde yapmak istediklerimizin az bir kısmını yapmışız. Ajitasyon amaçlı yazmıyorum.  Zamanı iyi ve doğru kullanmak hayat amaçlarımızı gerçekleştirmek ve farkındalıkla mutlu bir yaşam için gereklidir. 2013 ve sonrası çok özel bir dönem. Bu dönemde farkındalığınızı artırmak ve kendi belirlediğiniz yolda ilerleyebilmek için sizlere 21 Haziran ile gelen bu özel dönemde bir uygulamayı sizlere önermek istiyorum.

·         Hayat amacım ne ve bu sene bunu gerçekleştirmek için ne yaptım?
·         Bu sene neler başardım ve neleri kutlamalıyım?
·         Bu sene neler iyi gitmedi ve neyi farklı yapabilirdim?
·         Hangi iç dinamiklerim beni engelliyor, hangileri bana güç veriyor?
·         Son 5 yıldır hayat bana neleri fısıldıyor öğrenmem için? Neler hayatımda öğrenmem için durmadan tekrar ediyor? Hangi zorluklar? Altta yatan mesaj nedir? Trend nedir? Ne öğrenmem isteniyor? (Hepsi tek bir soru aslında)
·         2012 sonu itibariyle SWOT'um nasıldır? (Strengths, weaknesses, opportunities and threats - Güçlü yönler, gelişim alanları, fırsatlar ve tehditler). Bunu insanın 4’lü yönünü yansıtacak şekilde ve dengeli-uyumlu bir yaşam için fiziksel, zihinsel, duygusal ve ruhsal 4 alt kırılma koymakta fayda var.

Aşağıdaki 4 soru size nerede olduğunuzu gösterir...
·         Hayatımda neleri başarmak istiyorum ve 2013'ün geri kalanında bunu başarmak için neler yapmalıyım? Yine fiziksel, zihinsel, duygusal ve ruhsal 4 alt kırılmda düşünmek faydalıdır.
·         Hangi noktada olduğumu bildiğime ve gitmem gereken yönde ilerlemek için neler yapmam gerektiğini bildiğime göre, 7 gün 24 saatten oluşan haftamı nasıl kullanmalıyım?
·         Bilmek, yapmak ve olmak farklı şeylerdir. Olmak demek nefes alır verir gibi yapmaktır ve olmayacaksak yapmaya ne gerek? Yapmak demek bilmekten yapmaya, eyleme geçmektir. Yapmayacaksak bilmeye ne gerek? Cehalet kolaydır zira bilmediklerimizden sorumlu tutulamayız ve sorumlu olmadan kör yaşamak kolaydır. Kadim metinler "düşüncelerinizden bile sorumlusunuzdur" der. Hayat bir tiyatrodur ve tekamülden ibarettir. Hayat bizi eksiklerimizle test eder ta ki onları aşana dek ve aşılmayan her sahne bu tiyatroda daha zor bir sahne ile ve görünüşü farklı ama içi aynı yeni oyuncularla perde açar. Mesaj ayndır hep ta ki bir onu anlayıp aşana dek. Kilit farkındalığı artırmak ve dönüşümdür. Dönüşüm ise alışkanlıklarımızı değiştirmekle başlar. Alışkanlıkları değiştirmek için yerine yenilerini koymak ve tutarlıca uygulamak gerekir. Ritüeller diyebileceğimiz uygulamalar tüm başarılı sporcuların uygulamasıdır. Bir atlet tüm antrenmanlarının yanında bir de her gün aynı parkuru aynı saatte aynı şekilde koşar ve kendini başarıya odaklayarak koşar. Bir nevi kendini kurar, programlar. Ritüel budur. Hangi ritüelleri uygulayarak bilmekten yapmaya geçebilirim? Mesela belli bir dönemde kilo vermek istiyorsak, yeni windows şifrenizi örneğin "80kiloyadus" koymak da bir ritüeldir VEYA her sabah 5'te kalmak ve yoga ile güneşe selam durmak da VEYA sabah erken kalmak, şükretmek, sonra meditasyon, ve spor da. Yollar farklıdır yeter ki nereye gitmek istediğimizi ve hangi yolu izleyeceğimizi bulalım.
·         Bir planım varsa buna uyduğumu nasıl bilebilirim ve başarımı nasıl ölçerim? Bir nevi scorecard'ım nedir ve hangi sıklıkta buna bakmalıyım?

Yukarıdaki uzun ve zaman alıcı bir çalışmadır ancak arzu eden ve azmeden her şeyi başarır. Mucizeler iman edenlerindir.
Sağlık, mutluluk, huzur dolu yaşayın, sevgi ve barış içinde kalın.
Kenan Kolday

10 Haziran 2013 Pazartesi

NEDEN Dünya’da bunca kargaşa var?

Aşağısı yukarısı gibidir, yukarısı aşağısı gibidir
Hermes Trismegistus

Evren devasa boyutlarda bir kozmik tiyatro. (http://www.naacel.blogspot.co.uk/2013_05_01_archive.html) linkinden ulaşabileceğiniz “Matrix’ten Kaçış” isimli önceki bir yazımda da bahsettiğim gibi Dünya da bu kozmik tiyatronun renkli ve cıvıl cıvıl sahnelerinden biri. Bu tiyatroya bakınca her şey sanki rastgele gibi görünse de bir İsviçre saati kusursuzluğuyla işleyen evrende hiçbir şey rastgele değil ve bu kozmik tiyatronun belli başlı bazı yasaları var. Gerek maddi gerekse manevi alemlerde bu tiyatroyu yöneten yasalar bunlar. Bu yazımda konu başlığıyla ilişkili olarak “DUALİTE” yani “KUTUPSALLIK YASASI”ndan bahsedeceğim. İlk etapta kargaşa veya kaos gibi görünen her şey esasında dualitenin yeryüzündeki bir izdüşümü.
Tüm Semavi Dinler evrende her şeyin Tanrı dediğimiz ve farklı kültürlerle farklı isimlerle anılan bir TEMEL GÜÇ tarafından yaratıldığından bahseder. Gözümüzün gördüğü ve göremediği her şey Tanrı tarafından yaratılmış ve ondan kaynaklanmaktadır. Hatta “görünen her şey görünmeyenden kaynaklanır”. Her şey birbiriyle bağlantılı ve BİR’dir, TEK’tir. Yani evrende bizlere farklı görünen maddeler, galaksiler, canlılar, eşyalar, atomlar, esasında O’nun farklı tezahürleridir. Tasavvuf felsefesinde bunu bir aynanın yere düşmesi sonucu kırılmasına karşın, esasında O ANDA yerde birbirinden ayrı duran kırık ayna parçalarının kırılmadan önce aynı olduklarını bilmeden yerde durmaları şeklinde açıklayabiliriz. Modern fizikteki “Holografik Evren Tasasımı” da basitçe buna dayanır.
Evrende her şeyin bir zıddı vardır ve her şey zıddı ile anlam bulur. Bunu DUALİTE olarak adlandırıyoruz. Genel anlamda “iyillik-kötülük”, “eril-dişil” ya da “aydınlık-karanlık” olarak tarif edilebilecek bu ikilik, Çin düşüncesinde “Yin-Yang”, Hint düşüncesinde “Tama-Raja”, İran düşüncesinde “Ahura mazda-Angra Mainyu”, bilimde “pozitif-negatif” olarak karşımıza çıkar. Zıtlıkları ifade eden kelimeler alçak-yüksek, geniş-dar, cimrilik-eli açıklık vs gibi de artırılabilir. Önemli olan her şeyin zıddı ile birlikte yaratıldığıdır. Bu kutupsallığı zıtlık içeren kelimelerin yanlış anlaşılmaması için  anot-katot olarak betimlemek daha doğru olacaktır.

Çokluktaki teklik kavramı çerçevesinde birbirinin zıddı olan şeyler esasında birdir, TEKTİR ve her şey zıddı ile anlam bulur. Sıcak vardır çünkü biz onu soğuk ile kıyaslarız. İyi ise kötü ile kıyaslandığında var olur. Biri olmadan diğerini bilme şansımız yoktur. Aslında bizler onu bir başka şeyle kıyaslamadığımız sürece her şey bir ifadedir. Tüm ara tonlar ise tek bir ifadenin izafi tonlarıdır. Yaşamdaki hiçbir şeyin  bizim ona verdiğimiz anlam haricinde esas bir anlamı yoktur.
Dualizme bağlı olarak hiçbir şey zıddı olmadan var olamaz. Eğer bir insanın içinde nefret varsa sevgi de vardır. Birisinde düşük bir potansiyel görüyorsanız, onun içinde yüksek potansiyel de vardır. Yaşamdaki başarısızlık, başarının tohumlarıyla gelir. Bir şey berbatsa onun gerçekten iyi olması da mümkündür. Kadim Tao Felsefesi bunu dönemsellik ve kutupsallık ile çok güzel açıklar. Güzelin içinde iyi, iyinin içinde kötü vardır. Yin Yang şeklini hatırlarsak siyah kısmın içindeki beyaz nokta ve beyaz kısmın içindeki siyah nokta döngüselliğe atıfta bulunarak karanlığın içinde yeşeren ışık gibi, kötülüğün içinde filizlenen iyiyi ve ya çirkinin içindeki güzel potansiyeli betimlemektedir.
 Fizik biliminde “Big Bang” ile anlatılan evrenin ilk yaradılış anıyla birlikte Mutlak Teklik çokluktaki tekliğe dönüşmeye başlamış ve farklı tezahürler ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu çokluktaki teklik içinde zıtlıkları yani dualiteyi barındırır. Karşıtlar tekliğin bozulmasıyla ortaya çıkar. Big Bang ile ilk hareket başlar ve hareket de değişimi getirir. Zaman da değişimin ölçümü olduğundan Big Bang ile saat tıklamaya başlar. Bu arada zıtlıklar  kötüdür diye bir şey yok. Zaten iyi veya kötü diye birşey de yok. Hepsi tek bir şeyin farklı bakış açıları. Mesela fizikteki sürtünme de zıtlıklar içinde “tepki” kuvvetidir. Sürtünme kuvveti olmasa hiçbir şeyi elimizde tutamazdık. Sürtünme sayesinde tutma eylemi gerçekleşebilir. Yani yolu kapatan bir ağacı itmeye engel olan sürtünme kuvveti, aslında tutmak için gerekli olan şeye de imkan sağlıyor.
Evren karşıtların sürekli dansına sahnedir hep. Ancak, tekamül helezonik olarak her zaman yukarı doğru işler. Bir yayın kopana dek gerilmesi gibi, insanin karşıt güce karşı iradeyle mücadele etmesi sonucu bir noktada yay kopar ve kişi bir üst seviyedeki denge durumuna gelir. Aynı, suyun 99 dereceye dek kaynamasına rağmen su olarak kalması ve sonrasında 100 ncü derecede buharlaşması gibi. Hint Felsefesi’nde “Guna”lar olarak geçen sattwa, raja, tama üçlemesine bakarak konuyu inceleyelim. Sebep-sonuç ilişkisi gereği ilk etkiye sebep olan “raja” kutupsallık yasası gereği her zaman “tama” ile dengelenir. Bu Fizik’te Newton’un Eylemsizlik Yasası’dır. Bu denge haline “sattwa” denir.  Sattwa, raja ve tama arasındaki geçici bir dengedir ta ki sattwa onu tekrar bozana dek. Yani etki ile tepki kuvvetleri yeni bir etki işle bozulana dek hareketsiz ve ya hareketli biçimde dengede kalırlar. Dengenin bozulmasıyla ortaya çıkan bu yeni kararsızlık durumu kişinin yeni sınavıdır.
Karşıtlar/kutuplar arasındaki sürekli dans evrendeki her şeyin ve onun parçası olan bizlerin tekamülü için gereklidir. Kutupsallık Yasası yaşamdaki iyi ve kötü arasında gidip gelen döngüsel gelgitlerin ana sebebidir ve eğer bu yasa olmazsa Evren de olmaz. Her şey ilk başladığı ana döner. O yüzden KEŞKE” dememek lazımdır. Keşke ile başlayan cümleler yaşanılan şeyleri beğenmediğimiz ve istemediğimiz anlamına gelir. Tüm bu Evreni yaratan ve idare eden Allah’ın bize sunduklarını kabul etmemek olur bu. Dinimizin en güzel yönlerinden birisi “kendini teslim etmek”tir. Bu körü körüne bir kadercilik değildir. Kendini teslim etmek imandır, bilinçli ve elinden geleni yapmayla ilişkili bir terk ediştir. Yani kişinin başına gelen şeylere binbir söz söyleyip, şikayet etmesi, kazan kaldırması değil, tersine yaşanılan her şeyin Allah’tan geldiği ve her şeyin olması gerektiğine sonsuz bir inançla “Tanrım bana bunu da kaldıracak güç ver” diye sebat etmektir. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz’lerinin dediği gibi “Mevlam görelim neyler neylerse güzel eyler” diyebilmektir.
Her şey olması gerektiği gibi olur, peki bu kargaşa ne? Her inişin bir çıkışı, her çıkışın bir inişi vardır ve bu döngüler halinde böylece ilerler. Kargaşa negatif kuvvettir. Ama kötü değildir. Aynı kozasından çıkmakta olan kelebeğin kanatlarıyla koza deliğini büyütürken çabalaması ve bu çabanın ona uçması için gereken fiziksel gücü vereceği gibi, daha iyi bir gün öncesi yaşanan gecedir.
Sağlık, mutluluk, huzur dolu yaşayın, sevgi ve barış içinde kalın.
Kenan Kolday

5 Haziran 2013 Çarşamba

Çocuklarım benim Hayat Koçum 2

Bir önceki yazımda (http://www.naacel.blogspot.co.uk/2013/06/cocuklarm-benim-hayat-kocum-1.html) bahsettiğim gibi çocuklarımız doğum anında SAF ve BÜTÜN bir şekilde ve TEKLİĞİN bilgisiyle doğuyorlar. İlerleyen yıllar içinde doğum ile miras aldıkları genetik ve mizaç üstüne çevresel faktörlerin eklediği unsurlarla doğum anlarındaki saf ve İlahi özlerinden uzaklaşıyorlar. Bir nevi düşüyorlar. “7’sinde neyse 70’nde de o” yazılımı artık büyüyen o çocuğun yetişkinken kullandığı kişiliği ve yaşam tarzını belirliyor. Yaşamı boyunca bir uyanma fırsatı yakayalıp kendi Matrix’inden kaçmaya (http://www.naacel.blogspot.co.uk/2013/05/matrixten-kacs.html) başlayan insan, doğum sırasında bilinçsiz bir şekilde sahip olduğu ve ilerleyen yıllar içinde kaybettiği saflık ve bütünlüğünü, artık bu sefer yeniden HATIRLAMAYA ve BİLİNÇLİ BİR ŞEKİLDE YAŞAMAYA çalışıyor. Bir yanılsamalar oyunu bu. Biz doğum ve sonraki birkaç yılda bilinçsizce kaybettiğimiz bütünlüğümüzü, daha sonra tekrar hatırlayarak geri kazanmaya ve eskiden bilinçsiz ve çabasızca sergilediğimiz becerileri bu sefer bilinçli ve nefes alır verircesine bir “yapmadan yapma” haliyle sergilemeye çalışırız. Her inişin bir çıkışı vardır, tabii çıkmayı, uyanmayı seçersen.
Uyanmayı ve bu yolda ilerleyip kendi kişilik yazılımını kırmaya çalışan kişi için çocuklar çok büyük bir öğrenme fırsatı. Aydınlanma yolundaki insanın yürüdüğü meşakkatli yolun sonundaki ışığı bize bilinçsizce tutan küçük ve sonsuz sevgi dolu küçük insanlar onlar. Onlardan öğrenecek çok şeyimiz var.
Beni en etkileyen şeylerden biri çocukların hiç bitmeyecekmiş gibi görünen sonsuz MERAKları ve ANI YAŞAMA kapasiteleridir. Çocuk koyduğunuz yerde bir vazo gibi duran bir bebek olmaktan çıkıp, emekleyen, yürüyen bir bebek olmaya başladıkça artık hayatın o bildiği küçük mekan olmadığını ve bunun ötesindeki o büyük dünyada keşfedilecek çok şeyin olduğunu anlar. Bebek o mucizevi anda Platon’un “Mağara Mitosu”ndaki mağaradan zincirlerini kırarak dış dünyaya çıkan ve o dış dünyanın (İDEALAR Dünyası) renklerini, cıvıl cıvıllığını gören kişidir sanki. Kanat takıp uçacaktır belki. Ve işte o an serüven başlar. Her şey bir araştırma konusudur. Bir bebek bir böceği bir saat izleyebilir, hatta bir çiçeğe dokunarak uzun zaman geçirip inanılmaz keyif alabilir. O an ne yemek, ne de altını doldurmuş olması bile onu ilgilendirmez. Annesi ve ya babası bile onu o andan koparamaz ta ki açlık, acı, vs gibi dışsal majör unsurlar onu o andan koparana dek.  Bebeğin yaptığı şey o an onda merak uyandıran şeye odaklanmak ve öğrenmektir. Kesinlikle acele etmez bebek, yavaştır ve öğrenmek için her anı kullanır. Acele içinde öğrenme fırsatlarını kaçırmaz. Yavaşlamanın ve odaklanmanı etkisiyle, yaptığı işten keyif alır ve o tecrübenin her saniyesinden öğrenir. Elindeki bir şeyi inceliyorsa, onu yere düşürse bile ağlamaz, (eğer öğrenmediyse) sızlanmaz ve tekrar alır inceler. Her eline aldığını inceleyecek diye bir şey de yok. Beğenmediyse hemen bırakır gider, hatta sizin aldığınız oyuncağı bile. Babam ne der vs düşünmez, hayırsa hayırdır. İçi dışı birdir yani. Acıktı mı yemek ister ve doydu mu, ağzını çevirir, yemeği keser. Akşam sofrasında 3 tabak yemek sonrası tıka basa dolmasına rağmen eşinin çıkardığı kalbura basmadan da sadece oburluğundan dolayı nefsine yenilerek 2 tabak daha yiyen ve çatlama noktasına gelen yetişkin bir insan gibi kontrolünü kaçırmaz. Gerektiği kadar yer, yediğinden keyif alır ve durur. Dengededir yani. Ne gerekiyorsa onu yapar, ne kadar ihtiyacı varsa o kadarını alır.
Burada öğrenebileceğimiz erdemler nelerdir peki?
·         Merak her şeyin başıdır. Yıllardır yazılan Çekim Yasası bile merakla, niyetle başlar. İstemeyene kimse bir şey vermez, evren bile. Her şey SEÇİMle başlar ve MERAK seçim adımlarını atmayı tetikler.
·         ÖĞRENMEK İÇİN HER FIRSATI KULLAN. Belki tek bir fırsatın olabilir. Sorun yaşadığın birisine fikrini sormak istiyorsan hemen yap. Ya da sevdiğini söylemek istiyor ama uzun zamandır içinde saklıyorsan. Hemen yap, başka fırsat olmayabilir.
·         Hayatı yaşamak ve keyif almak için VİTES KÜÇÜLT ve YAVAŞLA. Bu kaplumbağa hızı demek değildir. Bir denge noktasıdır. Ne kaplumbağa hızıdır, ne de 24 saate 45 saatlik iş sığdıramayacağını bile bile sadece yapmış olmak ve içini rahatlatmak için kendini paralamak ve telaş içine girmektir.
·         ANI YAŞA hem de her bir saniyesini. Akşam oyun oynamak istediyse ve evet dediysen sadece yapmış olmak için 2 dakika oynayıp yanından gitme. Ya da söz verdiğin için oyun oynarken aynı anda seyretmeyi planladığın Pembe Dizi’nin yeni bölümünde neler olacağını hayal ederek o güzel anları ziyan etme. Ve ya o gün işte yaşadığın soruları çözümlemek için oyun oynarken zihnini o mekandan ayırıp, izole etme. Tamam dediysen, dediğini yap ve her bir saniyeni çocuğuna ayır. O anı ona ve kendine ayır. Farz et ki bir trenin kompartımanındasın ve 10 dakika için o kompartımana girdin ve kapıyı kapadın. Rahatsız edilmek istemiyorsun. Ona güzel bir masal anlat ve ya bir hikaye. Soru sor, fikirlerini öğren. “Hemen bitireyim de, sonra ben de rahat rahat gibip TV karşısında yorgunluk atayım” sakın deme. Yorumlarını al, dinle ve bakış açısından öğren. Sadece 10 dk bile yapsan yeter. Farkındalıkla ve konsantre olarak yaşanılan 10 dakikalık bir paylaşım, aklınızın o an ve mekanda olmadığı 90 dakikalık farkındalıksız, isteksiz ve dürüst olmayan bir birliktelikten iyidir. Az ama öz olması yeter. Karşıdaki bebek bile olsa hemen odaklanma, niyet, istek ve samimiyeti hisseder.
·         Hayatını yaşam amacını hayata geçirmek için gerekli olan UZUN VADELİ PLANLARın ışığında dolu dolu planla ve HİÇ BİR ANINI BOŞA GEÇİRME. Bu aklındakileri yapmak için şuursuzca bir oradan bir buraya koşmak çabası değil, belirli bir planı, uygun ve yapılabilir bir zamana yayarak küçük adımlar halinde uygulamaktır. Arabanız Boğaz Köprüsü’nde bozuldu mesela...okumak sizin planlarınız içindeyse, o anı kitap okuyarak geçirebilirsiz, yeter ki yanında her an kitabın bulunsun. HER ŞEY FIRSATA DÖNÜŞTÜRÜLEBİLİR..
·         Aksiyon planının her bir adımını da dopdolu bir farkındalık, konsantrasyon, merak, istekle ve sabırla yap. Adımlara böl ve uygula. Katı olma ama. %80 planla, %20 belirsizliğe izin ver. Hayatın akmasına izin ver.
·         Yavaşlamanın üstündeki başarma stresini atmasıyla birlikte çevreni gözlemle, kendini gözlemle, soru sor ve sabırla dinle.
·         NEFSİNİ KONTROL edebilirsin. Sadece farkındalıkla yaptığın işi yap ve hata yaptığını anladığın an dur. Vücudunu dinle. Beden her zaman alarm sinyallerini verir. Bu sinyal nedir sende onu bul. Buldun mu da bedenini dinle ki gerektiğinde durabilesin. Bunu yaptıkça bir süre sonra bunu otomatik yapmaya başlar, alışkanlık edinirsin.
·         GEREKTİĞİ KADAR YAPMAK. Her şeyin zıt uçları kişiyi yorar.
Yazımın devamı gelecek. Zira, çocuklardan öğrenecek çok şey var...
Sağlık, mutluluk, huzur dolu yaşayın, sevgi ve barış içinde kalın.
Kenan Kolday