24 Ocak 2014 Cuma

Sonsuz ARAYIŞ


“Bilgeliğin dudakları anlamayan kulaklara kapalıdır” – Kybalion
İnsanlar her zaman doğum ile dünyaya gözlerini açtıkları o mucize anında kaybettikleri BÜTÜNLÜĞÜ, BİRLİĞİ, İLAHİLİĞİ arar dururlar. Bu kopuş her zaman bir yuvaya dönüş özlemini içimizde tetikler, aynı ılık yaz esintisinin bir ağacın yapraklarını kıpırdatması gibi. İnsanlar bu yüzden beşeri olan ile yetinmez ve kendilerinden daha büyük bir gücü ararlar. Tanrı’yı ararlar. “Aramakla bulunmaz, ancak bulanlar arayanlardır” misali çoğu insan bu arayışı kendi dışında bir yerlerde arar.  Ancak bazı az sayıda insan vardır ki, aradığımız şeyin kadim öğretiler, felsefeler ve Semavi dinlerde bahsedildiği gibi dışarıda değil kendi içimizde olduğunu görür.
Evet bu bir arayıştır. Geldiğimiz kaynağa nasıl döneceğimize dair hissin getirdiği bir arayış. Kendimizi aşma isteğinin bir arayışı. Bilemediğimiz ama hissettiğimiz, sezgilerimizin mesajlarını deşifre edemediğimizden dolayı anlam veremediğimiz bir içsel çağrıdır bu. Bu arayış bizi erdemlere götürür. Erdemler insandaki Tanrı parçacığıdır, insanın üstüne düşen İlahi ışıktır. Bu yüzden erdemler insanları çeker. İnsanlar onları arar, ama tereddüt ile arar. Erdemler Tanrısal bütünlük, güzellik, iyiliğin sembolü olarak sahip olmak istediğimiz şeyler olarak bize göz kırparlar. Ama çoğu insan erdemleri ulaşılmaz deyip unutur. Bilmez ki, erdem dediğimiz şey insanlarda da var. Bilmez ki, beşeri erdem ile İlahi erdem farklıdır. Bilmediği için korkar ve uzak durur.
Ama çok az sayıda bir insan vardır ki, onlar kafalarını dünyevi, geçici zevklerden kaldırıp düşünür. Çünkü bilinmeyeni bilmeye merak, gözle görünen bu düzene hayret ve açıklanamayana şüpheyle bakar. Ancak çok daha az sayıda insan merak ve heves vadisinden geçip gerçekten bilmek ve öğrenmek ister. Çünkü az sayıda insan bilmenin getirdiği sorumluluğa hazırdır. Zira cehalet tatlıdır ve kolaydır, sorumluluk gerektirmez. Bu yüzden çok az sayıda insan arayışını eylemle taçlandırma cesaretine sahiptir. Bu az sayıda eyleme geçebilen kişiden çok daha azı ise başladığını bitirme azim, sebat, irade ve disiplinine sahiptir. Yoldaki engeller onları hedeflerinden alı koyar. Düştükleri zaman kalkmazlar, kalkamazlar ve gerilen lastiğin eski hareketsiz durumuna geri dönmesi misali eski uykuda ve farkındalıksız durumlarına geri dönerler. Yol ilerledikçe daha da zorlaşır aynı ekonomide “azalan verimler yasası” ile tabir edildiği gibi. İlk zamanlarda bir adımla 100 adet bilgiye ulaşılırken artık 100 adımla 1 bilgiye ulaşmak gerekir ustalık yolunda. Her bir adımda yol sizi hırslar, tutkular, arzular, kötü düşünceler, yıkıcı duygular, bağımlılıklar, korkular, şüphe, endişe, dogmalar, taassup ile sınar. Ama bu son birer adımlık dilimler aynı Orta Çağ katedral ustalarının sütunları çatıyla bağlamak için kullandıkları “kilit taşı”na benzer. O kilit taşı olmadan tüm yapı çöker veya dengesiz olur. İlk darbede yıkılır gider. Bu yüzden  çok az insan bu ustalık makamına erişebilir.
Ustalık ise son nokta değildir. Ustalık yolu bile büyük sınamalara gebedir. Bilmenin ve öğretmenin getirdiği güç ve otorite doğru kullanıldığı sürece uygundur, ancak bu aşamada ego şişmesi yaşayan ustalar bir anda bulundukları yerden aşağı düşerler. Hatta Star Wars filmindeki gibi karanlık tarafa da kayabilirler. Bu öyle bir tehlikeli durumdur ki büyük güce erişen ustalar ellerindeki gücü yanlış emellerle kullandıklarında kontrolsüz güç haline gelir, çevrelerini yakarlar. Aynı kara kuşağa sahip olan karetecinin kara kuşakta da 10 dan’lık yeni bir yolculuğa başlaması gibi ustalık yolu da bu yüzden uzun ve zahmetlidir. Aşama aşama ustalık mertebelerinde ilerlenir. Ustalıktan nefes aır verir gibi yapmaya götüren büyük üstatlık yolu ise daha uzun zaman, sabır, sebat ve çalışma ister.
Bu sonsuz yolculuk nerede biter kimse bilmez. Oraya varan da elbette ki “vardım” demez, zira “vardım” dese o orada değildir. Yol ise herkese açıktır ama değildir de, çünkü “bilgeliğin dudakları anlamayan kulaklara kapalıdır”.
Sevgiler,
Kenan

Copyright © 2014  Yayın hakları Kenan Kolday'a aittir, izin alınmadan kullanılamaz.


20 Ocak 2014 Pazartesi

Korkuyu Cesaretle Yenmek

“İhtiyatla desteklenmeyen cesaret beş para etmez.” - Shakespeare
“Harikulade şeyler ancak içlerindeki bir şeyin koşulların üzerinde olduğuna inanma cesareti gösterenler tarafından yapılmıştır.” - Bruce Barton
“Onların peşinden gidecek cesaretiniz varsa, bütün rüyalar gerçek olabilir.” -  Walt Disney
“Bir insan kendini adadığında ilahi taktir de o yönde hareket edecektir. Tüm olaylar diğer bir olayı desteklemek işin oluşur ve aksi taktirde hiçbir zaman ortaya çıkmaz. Bir akarsu boyunca oluşan tüm olaylar sadece bir karardan doğar. Hiçbir insanın hayal edemeyeceği tüm umulmadık durumlar, oluşumlar ve maddi destek bu şekilde elde edilebilir. Elinizden geleni ve hayal edebileceğiniz her şeyi yapmaya hemen başlayın. Cesaret; deha, güç ve büyüyü de içinde saklar. Şimdi başlayın.” - Johann Wolfgang von Goethe
İnsan acı, endişe, kaygı ile gerçek potansiyeline ulaşmaktan kendisini alı koyar. Bunları yaşar, çünkü korkar. Çünkü başka bir şey öğrenmemiştir. Öğrendiğini uygulamaktadır sadece. Tepki vererek daha kötü  olmasından veya elindekini kaybetmekten korkar. İnsanın en büyük korkusu kaybetme korkusudur. İçimizdeki zıtlıkları zihinsel olarak birleştirirsek, içsel gücümüzün hayal edileni tezahür ettirmesine engel olan korkumuzu üstesinden geliriz. Bu da cesaret ve risk almakla olur. Eylemsiz bir cesaretten bahsetmiyorum. Önce zihinsel bir hazırlık gerekir ve sonra da o ilk rölanti halinden çıkmak için o ilk hareket başlar. Bu ilk hareket zordur, zira araba hareket halinden çıkınca onun bilinmedik bir yolda ilerlemesini yönetmek gerekir. Bilinmezligi yönetmek için gerçeklerle yüzleşmeye, bazen acı çekmeye ve hatta kaybetmeye hazır olmak gerekir.
Ama bu yolculuk sadece olumsuzluklardan bezeli degil ki. Korku nehrinin ötesinde bambaşka fırsatlar, öğrenmenin getirdiği bilgelik, deneyimin getirdiği özgüven tabanlı daha üst kalitede bir hayat var. “Kozadan Çıkan Tırtıl”ın hayatı bu. Özgürce uçan kelebeğin hayatı. Bu sizin hayatınız. Siz başkasının hayatını değil kendi hayatınızı yaşıyorsunuz ve tek bir hayatınız var. Hayallerinizi gerçekleştirmek için tek bir hayat, şimdiki hayat. Ne yapacaksanız bu hayatta yapacaksınız. Hem yarın ölecek gibi, hem de su kaplumbağası gibi uzun yaşayacakmış gibi yaşamalıyız. Tek başımıza değil sevdiklerimizle birlikte. Bu yüzden korkularla yüzleşmek ve aşırı analizin paraliz etmesine engel olalım. Korkularımızın bizi hayallerimizden uzaklaştırmasına engel olalım. 80 yaşına gelip de keşke demek yaşanmamış bir hayat demektir. Robin Sharma’nın dediği gibi 20 yaş bedeninde olup da çoktan ölmüş çok insan vardır ve bu insanlar 80 yaşında bile keşke diyecek farkındalıkta olmadan rüzgardaki yaprak misali bir yaşam sonrası göçer, giderler. Ben böyle olmak istemiyorum ve farkındalığa sahip olan, uyanmış insanların da farklı düşündüğünü görmedim. Bu kesinlikle ama kesinlikle bencil bir yaşam  demek değil. Bu, kendi içinde mutlu insanın her zaman ve herkesle ve her durumda mutlu olacağını söylemek. Bu, kendindeki ışığı her gün artırarak başka mumlar yakmaya çalışarak bir hayatı geçirmek demek. Bu, bütünün mutluluğu için hizmet etmek, paylaşmak demek. Ama yine söylüyorum tüm bunları yaparken aileniz, sağlığınız, işiniz gibi sorumluluklarınızı arka plana atmadan yapmak en güzelidir. Sonuçta her şey denge ile alakalı. Her şey ölçüsünde güzeldir. Dengeden şaşmanın bedeli savurduğunuz bumerangı tekrar elinize almaktır.
Yolculuk hazineler saklıdır ve sadece cesurlara açar kapılarını. Hatalar olacaktır ama bu da öğrenmek içindir. Statik olan ölüdür ve öğrenemez. Bu yüzden değişimi kabullen ve onu yönet. Sun Tzu’nun dediği gibi “değişmeyenle karşılaştığında sen değişir ol”. Aynı su gibi. Kadim Çin ve Japon felsefelerinde su çok sık kullanılan bir metafordur. Su akar ve her zaman yolunu bulur. Bir nehirde akarken taş çıksa önüne, durmaz, kızmaz, öfkelenmez ve o sabit taşın çevresinden dolanır, akar gider. Ama nehrin debisi ve akış hızı yeterince güçlüyse taşı söküp atar da. Farz edelim ki su bir bent ile karşılaştı. O zaman da durmayı ve sabretmeyi bilir. Su akmaya devam ettikçe suyun yüksekliği artar ve sonra bendi aşar, yine yoluna akarak devam eder. Hiç yükselmeden durduğu zaman bile toprağa nüfuz eder ya da bekler. Doğru an gelince yine akar gider. Ya da bir çatlak oluşmasını bekler ve o minik çatlaktan araya önce sızar, sonra uzun süre sonra o engeli patlatır. Su muhteşem bir semboldür ve evrendeki değişkenliği sembolize eder. Siz de bu yüzden su gibi olun.
Ey kendini gerçekleştirmek isteyen ışık yolcusu! Sen her daim hareket halinde ol; evrendeki yaşayan her şey gibi  ve her şeyden, her andan, her durumdan öğren. Su gibi ol. Unutma! “Gezen kurt aç kalmaz” ve her şey her zaman olması gerektiği gibi olur. Her olanın arkasında bizim iyiliğimizi amaç edinen bir ilahi niyet vardır, çünkü her şey ileriye doğru tekamül eder ve her şey tekamül için vardır. Bu yüzden bir engelle karşılaştığında en büyük silahın cesaretindir. Korkular hayatındaki en büyük engelin olacaktır. Hz.İsa” önce kral ol, sonra krallık gelecektir” demiş. Kral olmak için kral gibi davranmak lazım, bunun için de kral gibi hissetmek. Yani içinde olmayan dışında da olamaz. Korkularını aşan kişi ise içinde kral olacaktır ve sonra içteki o muhteşem ilahi ışık dışarıyı aydınlatır. “Kaldır kendini aradan, çıksın ortaya Yaradan” işte bunu söyler.
Siz cesaretle tahtınıza oturmak için harekete geçtiğinizde Goethe’nin yukarıdaki sözde bahsettiği gibi tüm evren sizin yolunuzda ilerlemeniz için size kapılarını açar. Ama bu kapı dikensiz bir gül gibi olmayacaktır, zira her dikende sizi size buldurmak maksatlı bir sebep vardır. Sebep ortadan kalkınca zaten Nirvaya’ya varmış olursunuz, ama bu da bir başka yazı konusu...
Yaşamınızda her an sağlık, mutluluk, huzur dolu yaşayın, sevgi ve barış içinde kalın, ahenkli ve dengeli olun.
Sevgiler,
Kenan
Copyright © 2014  Yayın hakları Kenan Kolday'a aittir, izin alınmadan kullanılamaz.