14 Şubat 2014 Cuma

Mutsuz insan yoktur, hayalleri olmayan insan vardır




Hayaller ve mutluluk....
Ne hoştur mutlu olmak. İnsanlar hep mutlu olsun isterler ve hayallere dalarlar. Güzele, mutluluk verene koşarlar.
Hepimizin küçükken hayalleri vardı....
Süpermen gibi güçlü, kuvvetli olmaktan tutun da Örümcek Adam gibi duvarlarda yürümeye.  Ya da doktor olup insanları iyileştirmeye. İnşaat mühendisi olup gökleri delen kuleler koca inşa etmeye. Atatürk gibi olup vatana, millete hayırlı olmaya dek bir sürü hayalimiz vardır.  Hiçbirisi imkansız değildi, imkansız görünmezdi bizim küçük gözlerimize.
Bizim nesil büyük annelerimizden savaş zamanı hikayeleri ve o zamanların kanaat, ölçülülük, saygı, saflık, alçak gönüllülük ve tevazu hikayelerini dinlerdi. Bir de dedelerden Osmanlı zamanlarından kalma kahramanlık hikayelerini. Hep bir Ulubatlı Hasan olmak isterdik biz erkekler. Ya da o eski Türk filmlerinde seyrettiğimiz Kara Murat olmak. Ya da Hazarfen Ahmet Çelebi gibi Galata Kulesi’nden kanat takıp uçmak, uçsuz bucaksız gökyüzünün enginliğine özgürce dalmak...
Ne güzel günlerdi o günler...
Hayaller önemlidir insan hayatında. Hayaller bizi biz yapan şeylerin parçasıdırlar.
Ancak bir gün bir şey olur ve o hayalleriyle dolup taşan, onları amaç edinen çocuk bir şekilde bırakır o hayallerini; aynı paltosunu otobüste unutarak eve dönen çocuk gibi. Aklından çıkar gider. Unutma döngüsüne girer. Geriye de bakmaz eğer tekrar bakabilecek kadar uyanmamış ise.
Peki nedir bu hayallerimizi bizden alan? Nedir bize hayallerimizi unutturan? Nedir..?
Önceki yazılarımda 0-7 yaşın insan yaşamındaki önemini ve her yetişkin insanı oluşturan kişilik unsurlarının %78’inin bu dönemde edinildiğinden bahsetmiştim. Yani bu dönem eğitim için çok önemli.
Bir çok insan hayallere inanmaz. Başkalarının hayallerini de karalar. “O olmaz”,  “Bu imkansız”, “Akıllı ol”, “Bu mantıksız”, böyle saçmalık olur mu?” gibi ifadelerle hayalleri boşa çıkarırlar sanki başkaları kendileriymiş gibi. Kendi mutsuzluklarını başkalarına dayatır bu insanlar. Herkesi kendi çaplarından zannederler. Dünyada tek bir yol var sanırlar. Zaten kendi kendilerini de sabotaj eder bu insanlar.
Ama kızamıyorum ki onlara...
Onlar da bunu görmüşler anne ve babalarından, ailelerinden, çevrelerinden, öğretmenlerinden, işverenlerinden, patronlarından. 7 nesil ne öğrendiyse aktarmış onlara. Onlar da öğretilen oyunu körü körüne oynar olmuşlar. Armut dibine düşer olmuş her ağacın.
Bu aynı özgürce büyümekte olan bir ağacın üstüne, ağacın büyümesini engelleyecek şeffaf bir cam fanus koymak gibi. Çocuk cam fanusu fark etmez ve kendi özgür iç dünyasını dışa vurmak ister, ama bir bakar ki görünmez duvarlar engeller onu. Bu görünmez duvarlar eleştiri, yargılama, şartlandırma, cezalandırma gibi şeylerdir.
Sakın ha, lütfen bu dediklerimi cezalandırma ile karıştırmayın. Disipline etmekle de.
Dediğim şudur...İnsan mutlaka bir disiplin ortamında olmalı ki sınırlarını bilebilsin. Ama hayallerinin sınırsızlığını da bilsin.
İşte böyle dostlar....
O özgür, uçsuz bucaksız hayallere sahip çocuk gider ve yerine sürü insanının hoşuna giden, aynı onlar gibi basmakalıp olan, o cici, hanımefendi veya beyefendi, emir-komuta altında tam istenildiği gibi davranan, kendisi olmaya korkan bir çocuk gelir.
İnsan kendi elleriyle o yaşlarda farkında olmadan teslim eder özgürlüğünü, hayallerini ve mutluluğunu. Bir daha da kolay kolay uyanamaz bu “orta oyunu”ndan. Hint Felsefesi’ndeki yanılsamalar dünyasını anlatan Maya bir tül daha çekmiştir onun üstüne. Bu tül göze değil akla çekilmiş bir tüldür.
İşte bu yüzden diyorum ki...
Mutsuz insan diye bir şey yoktur; sadece ve sadece hayalleri olmayan insan vardır. Hayallerini unutmuş ve onları tekrar bulamamış ve hayallerini hayat tutkusu ve coşkusunu tetikleyecek şekilde tutuşturamamış insan vardır.
Hayalleri olmayan insan amaçsızdır. Rüzgar önündeki yapraktır. Ne kendisinin farkındadır, ne de çevresinin, ne hayatın, ne de Dünyanın, ne de evrenin. 5 duyusu tam ve doğru çalışan ama körü, sağır, dilsiz yaşayan bir mahluktur. Hayatı bir görev gibi yaşar. Bir robot gibi düşünmeden gelen etkiye tepki verir ve tepkileri ve baskısı güçlü olanın kazanmasını makul zanneder sanki Afrika’nın Serengeti düzlüklerinde yaşıyormuş gibi.
Sorarım amacı ve hayalleri olmayan insan ne yapar? Kendini nasıl aşar ki?
Mutluluk kendini aşmakta saklıdır. Bu hayatın amacı tekamüldür ve tekamül ise ilerlemek, insanın kendi inşa ettiği ülkü mabedine her gün bir önceki güne ek yeni tuğlalar eklemektir. Bunu yapamayan insan ise statik olur. Evrende her şey bir değişim ve dönüşüm halindedir ve statik olmak zaten hayatın amacına terstir. Bu insan 20 yaşındayken yaşayan ölü olur. Mal, mülk, mevki, paye peşinde kendi arzu ve ihtiras atlarının çektiği arabaların peşinden bilinçsizce koşup gider. Ya da hata yapma ve kaybetme korkusu ile yerinde sayar ve neler kaçırdığını bilemeden bitki gibi yaşar gider.
Siz hangisi olmak istiyorsunuz?
Sevgiler,
Kenan

Copyright © 2014  Yayın hakları Kenan Kolday'a aittir, izin alınmadan kullanılamaz.

1 yorum:

  1. Son 3 yıldaki hayatımı anlatmışsınız hocam ama hayat tutkumu ve coşkumu tetikleyecek şekilde tutuşturamadım bende ne yapmam gerektiği hakkında bir bilginiz varsa sevinirim

    Dipnot:3 Yıl önce babamı kaybettim yaşım küçüktü ve hala üzgün değilim onu özlemiyor ağlamadımda ama ondan sonra bir kasvet çöktü geleceğim yok ve sürekli bugünü yaşıyorum hayal kurmuyorum rüya görmüyorum

    YanıtlaSil